“Türk Lirasının Değeri” Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğunda önce siyasî hâkimiyet, ardından da ekonomik bağımsızlık elde etme çalışmalarına başlandığı ve mâlî istikrarın oluşturulması için projeler üretildiğini biliyoruz. Büyük önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK bu bağlamda öncelikle İzmir’de bir İktisat Kongresi hazırladı. Bu kongrede ekonomik düzenin sınırları ve işlevi çizildi.
Aradan zaman geçti, dünyadaki ekonomik gelişmelere ayak uydurma şansımızı önleyecek yanlış gelişmeler oluşturuldu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yönetim görevini üstlenen siyasî kuşaklar, devletimizin zararına, devletlerarası anlaşmaları incelemeden ve ekonomik düzenimizin bozulmasına yol açacak şekilde imzaya koyuldular.
Böylece ekonomi düzenimiz, para politikalarıyla ihracat ve ithalat rejimlerinin getirdiği olumsuz istemler karşısında bozuldu. Ekonomi düzenimiz bir türlü çarkına sokulamadı. Dahası, son yıllarda yanlış ve dış baskılarla -bir biçimde- Gümrük Birliği içinde dalgalanmaya bırakılan Türk Lirası yabancı paraların önünde değerini kaybetti, ithalat ile ihracat arasındaki fark eksi olarak açıldı.
Örf-âdet-gelenek yapımızı da katarak Türkiye’mizde yapılması gereken işlerin ve getirilecek önlemlerin nasıl olması gerektiği yolunda devletimize zarar vermeden ekonomik düzenimizin işleyiş biçimini çizmeye çalışmalıyız.
Günümüzde devletimizin önceki tarihî seyri içinde itimadı kaldıracak olumsuz etkenleri görüntüleyip, çekingen davranı ışlardan kendimizi sıyırarak “ayağını yorgana göre uzat” atasözümüzün çizgisinde üreticimizin kendi akçesiyle iş üretmesi düşüncesini geliştirmeliyiz.
Önceki siyasî iktidarlar döneminde kredili ticaret şartının esnafımızı faiz dalgalanmasıyla iş yapamaz ve daima borç içinde yüzen kişi şekline götürdüğü açıktır. Kredi alımını en son düşünerek elindeki parasıyla işi bitirmesi gerekliliğini öne çıkarmalıyız. Borçlanarak iş yapmanın, sonuçta bu enflâsyon girdabında tüccarımızı iflasa götürdüğü gerçeğini unutturmamalıyız.
Ne yapmalıyız sorusuna gelince, önce dışarıdan ve de içeriden borç almadan kendi yağımızla kavrulmalı ve saklı parayı açığa çıkarma yolunu aramalıyız. Günümüzde görüntülenen vergi dışı kazancı ortaya çıkararak ve yurtdışından yurda sokacak bir düzen getirmemiz için yasal çerçeveyi çizmeliyiz.
Ekonomi düzenimizi düzeltmek istiyorsak yasal yol içinde ve de üretimde kendi paramızı kullanmak zorundayız. Son üç yıl içinde gördük ki, Türk parası yabancı paralar karşısında değer kazandı, enflâsyon kâğıt üzerinde de olsa inişe geçti. Bu fırsatı iyi değerlendirmeliyiz. Önce birikmiş paranın devletler arası anlaşmalar ile yurda getirilip üretime sokulması, sonra da elde edilen kazanç içinden bir bölümünü (yüzdesini) o devlete iade yolunda yasal işlemlere yönelmeliyiz.
Türkiye’de enflâsyonun getirdiği olumsuzluktan kaynaklanan saklı ve fatura dışı olan para artık piyasaya girmelidir, üretime sokulmalıdır. İhracatın artması için iç vergi rejiminde bir haneli rakamlar çizgisinde vergi düzeni getirip. Türkiye’de saklanan paranın ortaya çıkarılmasını sağlayacak yolları araştırmalıyız. Son enflâsyon küçülmesi ve paranın değerlenmesi ortamından faydalanmak için vergi usûl yasalarında yeni düzenlemeler yapmalıyız. Öncelikle yapılacak ilk iş tüm harcamaların kazanılan gelirden düşülmesini getirecek bir usûl, bir sistem kurmalıyız. Dolayısıyla bu sistem içinde vatandaş devlete hem itimat edecek, hem de kazancını bildirmekten çekinmeyecektir.
İlk basamak aşılmış, her zaman ekonomik çalışmalara yararlı olan Türk Lirası değer kazanmıştır. Ekonomiyi iyi bilen önceki bir kişinin dıştaki bir kuruluşun başı olarak son verdiği beyanatı bile Türk Lirası’nın değerinin düşmesini sağlayamamıştır.
Türk Lirası’nın değer kazanması ve istikrarlı olarak değerli kalması karşısında dış borçlanmamız son çare olarak düşünülmelidir. İç ve dış piyasada rekabete açık mal üreterek, ithalat ve ihracat rejiminde Türk Lirası sürekli ön plânda tutulmalı ve Türk malının ve Türk Lirası’nın kullanılmasını ön plâna çekecek gücü oluşturmalıyız. Bunun için ithalat ile ihracatta dengeyi sağlamalıyız. Yerli malı kullanma hasletimize dönerek yerli malın dış piyasa malından daha sağlam ve temiz olmasına dikkati çekmeliyiz. Yurt içinde yabancı para kullanmakta hassas davranarak Türk Lirası ve yerli malı kullanma alışkanlığını sağlamalıyız. Kısaca ekonomi ipini elimize geçirmeliyiz.
İmzalanan ikili ve çoklu anlaşmalar, bu yönde çalışma yapmaktan bizi alıkoymamalıdır. Devlet Bakanı Sn. Babacan’ın “taviz vermeyeceğiz” sözünde duracağını ümit ediyoruz.
Düşmanlarımız bugün bize dost görünseler de ekonomik düzenimizi yıkıp devletimizi tahrip etme yolunu seçtiklerini bilmeli ve kuracakları tuzağa karşı uyanık olmalıdır. Unutmamak gerekir ki, Osmanlı Devleti ekonomisinin çökmesindeki neden, dıştan alınan paranın piyasada oluşturduğu baskı ve doğan kapitülâsyonlardır. Bundan dolayıdır ki, devlete itimadı geliştirecek, saygıyı getirecek dürüst kişilik içindeki ve dünya ekonomik seyrini çok iyi gözleyen insanımızın görev üstlenmesine fırsat vermeliyiz.
Bir başka durum da vatandaşımızın elinde tuttuğu gizli parasını gene açığa çıkaracak itimatlı ortamın yaratılmasıdır. Örneğin eldeki paranın sorgusuz sualsiz küçük vergi ile aklanma yolu seçilirse iş gecikmeden oluşur. İktisatlı bir yol bulmalıyız. Bir süre sonra bu paranın önce mevduata arkasından da sermayeye akacağını cesaretle söyleyebiliriz. Vatandaşımız itimat edecek durumu gördüğünde devlete inanacağı için sakladığı kazancını ortaya koyacaktır.
Sonuçta; “her iyiliğin kaynağının adaletten geçtiğini” unutmamalıyız. “Bir günün adaletinin yetmiş yıllık ibadetten üstün olduğu” düşüncesinden hareketle bütün bu olumsuz şartların getirdiği bozuk düzeni silecek güçteki karakteri taşıyan bilinçli, bilgili, tecrübeli insanımız görev üstlenmekten kaçmamalıdır.