Ana Sayfa 1998-2012 Batı uygarlığı’nın sâbıka dosyası

Batı uygarlığı’nın sâbıka dosyası

Necati Cumalı, bir kitabında Âkif’le ilgili değerlendirme yaparak kendisinden pek hazzetmediğini yazmıştı. Âkif’in şiirini, sanatını, estetiğini beğenmeyebilirsiniz; fakat Cumalı’nın meselesi Âkif’in şiirinden çok o şiirin sırtını yasladığı dünya görüşü ve özellikle şâirin “medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” mısrâında billurlaşan batı karşıtlığıydı. “Medeniyetle ne zorun var” demişti Necati Cumalı. Âkif, bir dekadans şâiridir. Koca bir imparatorluğun nasıl toz , duman, ateş ve barut kokuları arasında târihe karıştığına şâhitlik eden bir kuşağın adamıdır. Doğal olarak da kimi şiirlerinde bunun müsebbiplerine yönelik bir gayız kendini hissettirir. Bu bâzen kişisel bir öfke damarından akıp gelen:

“Üç beyinsiz kafanın derdine üç milyon halk

Bak nasıl doğranıyor, kalk baba kabrinden kalk!”

Mısrâlarıyla, bâzen de harîm-i ismetimize saldıran “kimi hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ” kütlelere ve onların güdücülerine yönelik asabî mısrâlarla kendini gösterir. Âkif bâzen de kendini kaybedip Allah’a sitem eder:

“…Nûr istiyoruz…Sen bize yangın veriyorsun!

“Yandık!” diyoruz…Boğmaya kan gönderiyorsun!

Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhî?

Ağzım kurusun… Yok musun ey adl-i ilâhî!”

Bu sebepsiz bir öfke değildir. Artık elde son kale Anadolu kalmıştır ve kutsal Anadolu toprakları da, yâni yüzyıllarca devleti kanıyla, canıyla, rûhuyla, malıyla, vergisiyle besleyen öz Türk vatanı da düşman sadmesiyle sarsılmaya, dağlarının kaburgalarına, vâdilerinin yeşiline düşman şarapnelleri saplanmakta, kızlarına kirli eller uzanmakta, köylerine, kasabalarına, şehirlerine istilâ ateşi düşmektedir. Vatanı kurtarmak için bize sâdece müsellah bir asker gücü değil aynı zamanda inanç ve öfke lâzımdır. İşte Âkif, Süleyman Nazif’in nesirde yaptığını aynı belâgat ve ustalıkla şiirde yapmaktadır, bu karanlık günlerde. Onun öfkesi kürsülerden, minberlerden taşarak Anadolu yaylasından bir milletin yaşama azmi hâlinde gökyüzüne yükselmiştir.

Necati Cumalı’nın Âkif’in medeniyet düşmanlığını anlamamasının sebebi kendisinde bir millî öfke, millî târih, kısacası millet duyarlılığı olmamasındandır. Burda Âkif’i ve onun şiirini anlatacak değiliz. Şu âna kadar yazdıklarımızdan da aslında bu k inin dönemsel bir duygu salınımı olabileceği düşüncesi doğabilir. Yâni düşmanla savaştık, savaşırken onun rezilliğini, kahpeliğini gördük ve onun köpekliğini yaptığı uygar dünyaya da o dünyanın değerlerine de soğuk bakar olduk; ama savaş bitti ve tıpkı Atatürk’le Venizelos’un ahbap olması misali bizim de bu karanlık günleri unutup insânî ve medenî ilişkiler kurmamız gerektiği düşünülebilir. Neticede bugün medeniyet bellenen batı sâdece Yunan süngüsünden, İngiliz ikiyüzlülüğünden, Fransız domuzluğundan ibâret değildir. Bir de Atina akropolünden doğan yüksek düşünceler, agoralarında gezinen Sokratlar, monarşiye karşı yükselen Magna Cartalar, Karolenj doğuşları, Lutheryan reformları, Michelangeloları, Leonardoları ve daha pek çok insânî hamleleriyle yaratıcı bir kıta da vardır. Ne kıta ama…Bunca iyi, güzel ve faydalı esere rağmen yaşadığımız çağa dünya savaşları, kitlesel kıyımlar, dinsel bağnazlıklarla gelmeyi başarabilen bir kıta. İşte salt Giordano Brunolara, Voltairelere karşın işi bağladıkları nokta bu sefalet olduğu için bile Avrupa takdire değerdir. Âkif’in öfkesi geçti mi geçmedi mi bilinmez; fakat aklını ve millî benliğini yitirmemiş her “üçüncü dünyalı” için bir gerçek vardır ki terk edilemez: Batıya ve onun uygarlığına öfke beslemek! Bu uygarlık, Myron’un Diskobolü, Michelangelo’nun Davudu veya Dante’nin kantoları, Shakespeare’nin soneleriyle temâyüz etmiyor. Batının kelimenin gerçek anlamıyla uygar olan bu hamleleri yüzyıllardır yediği ve yemeğe devam ettiği herzelerle gölgelenmiştir. Âkif işte bu bağnazlığı “canavar” metaforuyla lâyık olduğuna indirgemiştir.

Necati Cumalı’nın yergisinden Âkif’i, onun haklılığını göstererek kurtarmak her memleketçinin görevidir. Sefa Yörükel’in “Batı Tarihinde İnsanlık Suçları” adlı Marmara Grubu Stratejik Araştırmalar Vakfı tarafından 2004 yılında yayınlanmış kitabı kabarık bir sâbıka dosyası gibidir. Öyle ki bu türden insanlık suçlarını işleyen bir “dünya”nın en aşağı 300 yıl kendisini sanat ve edebiyata vermesi, insanlığın tarihsel yürüyüşüne değgin siyâsî müdahalelerden elini eteğini çekerek sessiz katkılarla insanlığını kazanmaya çalışması, hele hele “insan hakları” gibi ağır konularda ahkâm kesmek gibi bir mürâîlikten uzak durması gerekir. Batı’nın vicdanı Nürenberg mahkemelerinde aklanamayacak kadar kanla şişmiştir. Simon Wiesenthal Merkezi’nin 1999’da açıkladığı belgeler, ABD’nin daha 1940 yılında Nazilerin bedensel ve zihinsel özürlülere karşı uyguladığı soykırım politikalarından haberdar olduğunu ortaya çıkarmıştı. Savaş öncesi tarafsızlık gereği böyle davranan ABD’nin savaş sonrasında da Nazi bilim adamlarını ve Alman istihbaratında görevli önemli kişileri kullandığı bugün bilinen gerçeklerdir. Birkaç üst düzey Nazi’yi yargılayıp idam etmekle “savaş suçu” gibi bir kavramı insanlığa armağan ettiğini söyleyenler mi saf, yoksa bu propagandaya inananlar mı? Bahsi geçen kitaptaki başlıkları bile sıralayınca insanın nevri dönüyor. 16. yy.’dan 19. yy.’a kadar olan dönemde Afrika’dan zorla göç ettirilen insanların yaşadıkları, Batı’nın “köleci ve despot” Doğu’ya diyecek pek fazla sözünün olmadığını gösteriyor. (“Doğu despotizmi” denilen monark düzeninin ve territoryal devletin bile en yetkin örneği Makedonyalı İskender’in kalıtıdır.) Afrika’dan Yeni Dünya’ya ucuz iş gücü amacıyla götürülen kara derili insan sayısının 25 milyon civarında olduğunu belirten demografik kaynaklar vardır.* Savaş koşullarının gereği olarak Ermenileri tehcir eden Osmanlı hükûmetinin yaptığıyla sömürgeci ekonomik kalkınmanın iş gücü açığını karşılamak için Batı’nın yaptıkları ne kadar benzeşebilir?

Batı, özellikle kıta Avrupası, dünyayı kana boyayan pek çok hareket, düşünce ve savaşın da kaynağıdır. 20. yy. iki büyük savaşa sahne oldu. İki savaş da bu coğrafyada patlak verdi ve yalazıyla Pasifik’ten Uzakdoğu’ya kadar tüm insanlık sahnesini yırta yırta yıllarca sürdüler. Atina Agorası’ndan yankılanan parlak felsefî sözler veya Elgin mermerleri** uygar olmak için yeterli olmuyor ki, o demokrasi yurdu Atina bile en özgür çağlarında yurttaş sayılmayan kadın ve kölelerin kentiydi. Ege’de 2500 yıl önce yaşanan medenî hamlelerin kaynağı da aslında Atina değil Anadolu ve Ön Asya’ydı. Yunanistan’ın insan kurban ettiği çağlarda Hititler insancıl yasalarıyla Doğu’nun aydınlık uygarlıklarından birini yaratıyor, yine sonraki yüzyıllarda İzmir ve çevresinde pozitif bilimler gelişirken uygarlığın babası Yunanlılar Zeus’un göksel cezalarından korkuyorlardı. Bilim tarihinde Asyalı pagan uygarlıklar ve onlardan sonraki Doğu katkıları geçiştirilemeyecek kadar çoktur. Ortaçağ Avrupa’sında skolâstiğin karanlığı sürerken, çağdaşı Doğu’da Türk ve diğer İslâm milletlerine mensup bilimcilerin aydınlık çabaları insanlık onurunu kurtarıyordu. Batı’nın sonraki asırlarda kaydettiği bilimsel ve teknik ilerleme sözde evrensel uygarlığa katkı sağlamak bir yana, kendisini leş yiyen bir canavara dönüştürmedi mi? Hiçbir uygarlık birkaç dakikada yüzbinlerce insanı küle çevirecek konvansiyonel silâhları kullanmak gibi “medenî işler”e kalkışmadı!!!

Batı, medeniyet yaratmaktan ziyade – Endülüs’te yaptıkları gibi- medeniyet boğmak konusunda mâhirdir. Danimarka’yı sadece Hz. Peygamber’in karikatürlerine arka çıkan hükûmetiyle tanımak haksızlıktır. Bu devlet 1950’li yıllarda Grönland’daki Polar Eskimoları’nın torunlarını ABD ile birlikte zorla göç ettirerek 4000 yıllık bir kültürü bu topraklardan sürmekle kalmayıp eccocide ile (çevre katliâmı) doğal dengeyi de tahrip etme ahlâksızlığını göstermiştir.

Fransızlar’ın Cezayir’de, Almanların tüm Avrupa’da; Bulgarların, Yunanlıların kendi topraklarında Türklere karşı yürüttükleri sistematik soykırım faaliyetleri bu sâbıka dosyasının en “yaldızlı” sayfalarıdır. Nürenberg mahkemeleri, bir daha Avrupa’da böylesi karanlık dönemlerin yaşanmaması için toplanmıştı; ama daha dün denecek kadar kısa bir zaman önce aynı Avrupa’nın ortasında Müslüman Boşnaklar ve Kosovalılar katledildi.

Florinalı Necati Cumalı 4 yıl önce öldü. Aslında Âkif’in haklılığını anlamak için yeterince yaşadı; fakat Batı’nın “canavar”lığına 90 yıl önce hükmeden İstiklâl Marşı şâirinin “medeniyetle ne zoru olduğunu” anlamak için 20. yy.’a şâhitlik etmek gerekmez. Çünkü geride insan haysiyetini zorlayan nice asırlar uzanmaktadır.

DİPNOTLARI

*- Ayrıntılı bilgi için bkz. Sefa M. Yörükel, Batı Tarihinde İnsanlık Suçları.

**- Londra’daki British Müzesi’nde bulunan, eski Yunan yapılarından çıkarılmış heykel ve kabartmalardan oluşan koleksiyon. Parçalar 1799-1803 arasında İngiltere’nin Osmanlı büyükelçisi olan 7. Elgin Kontu Thomas Bruce tarafından Atina’daki Parthenon ile daha başka antik çağ yapılarından sökülerek İngiltere’ye taşındığı için bu adla anılır.

 

Orkun'dan Seçmeler

KEŞKE