1960 Londra ve Zürich anlaşmaları imzalanarak Rumlarla Türkler, Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında %70-%30 ortak olunca Makarios’un 1 Nisan 1960 EOKA günündeki ilk beyanatında;
“Ulusal mücadeleler asla sona ermez. Derinlerde aynı esas ve içeriği muhafaza ederek, sadece şekil değiştirir. Beklentilerimiz ve hayallerimiz Zürich ve Londra Anlaşmaları ile tam olarak gerçekleşmemiştir. Bu anlaşmalar bize bağımsızlığımızın kalesini ve müstahkem mevkiini sağlamıştır. Zaferi tamamlamak için bu kalelerden mücadeleye devam edeceğiz. Bir şey için gayret gösteren ve buna inanan insan için imkânsız olan hiçbir şey yoktur.” diyerek Kıbrıs Cumhuriyetini Türkleri dışlayarak ele geçirmeye ant içtiğini duyuruyordu.
Bu yemin Makarios’tan sonraki nesillerce de uygulanmaya devam etmiş, bugün de devam etmektedir. “Çözümsüzlük çözüm değildir” palavrası ile kendi kendimizi aşağılayan son zamanlardaki politikaların cevabı bu Makarios beyanatında saklıdır. Kıbrıs Türk’ü özgürlük yolundaki azim kararını asıl şimdilerde sürdürmelidir.
Yukarıdaki Makarios stratejisinden hareketle Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunun henüz ilk gününden başlayarak Rumlar anayasaya aykırı eylem ve işlemlere giriştiler bile. 1960-63 yılları arasında kurulacak düzene karşı çıkışlarını sürdürerek, anayasanın uygulanamaz olduğunu ve değiştirilmesi gerektiğini 3 yıl boyunca işlemeye devam ettiler. Beş büyük şehirde ayrı Türk Belediyelerinin kurulmasına asla olanak sağlamadılar. Cumhurbaşkanı yardımcısı Dr. Fazıl Küçük’ün yönetimdeki “veto” hakkını tanımadılar.
Kısaca üç yıl boyunca kağıt üzerindeki anayasal düzenin yürütülememesi için ellerinden geleni yaptılar. Anayasal düzen ancak iyi niyet traversleri üzerinde yol alabilirdi. Rum tarafında bu iyi niyet yoktu ve tarih göstermiştir ki hiçbir zaman da olmayacaktı.
Makarios 30 Kasım 1963’te Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasının uygulanamaz olduğunu iddia ederek 13 maddelik bir anayasa değişikliğini resmen istedi. Kıbrıs Türkleri ve Türkiye bunu şiddetle reddetti. Makarios’un da beklediği ve istediği bu idi. Bu olaydan sonra Türklerin uyuşmaz olduklarına dünyayı inandırdığı varsayımını yayan Makarios, Türkleri aynı zamanda isyan etmiş topluluk olarak göstermek için bin bir türlü savaş kışkırtıcılığı yapmaya başladı.
Adadaki Türkleri 48 saat içerisinde ve 25 Aralık Noel yortusuna kadar bitirmek için zaman kolluyorlar, zemin hazırlıyorlardı. Bunun için hazırladıkları “AKRİTAS SOYKIRIM PLANI”nı uygulamaya koydular.
21 Aralık 1963 sabah saat 2.30… Lefkoşa’nın Tahtakale Türk semtinde, içerisinde Kıbrıslı Türklerin bulunduğu iki arabayı Polis üniformalı Rum EOKA’cılar zorla aramak istedi. Evlerine dönmekte olan Türkler, Türk semtinde bulunduklarını söyleyerek buna itiraz ettiler. EOKA’cı olduklarını bildikleri polislerin kendilerini aramasına karşı çıktılar. Rumların da istediği buydu. Ateş ettiler. Zeki Halil Karabülük ile Cemaliye Emir’i vurdular. İlk açılan ateşle delik deşik olan vücutları, birer et yığını halinde yere yığıldı. Halbuki her ikisi de evlerinden ve ailelerinden sadece birkaç yüz metre uzaktaydılar. (Kıbrıs’ta soykırım=Gibbons) EOKA’cılar, “Ne oluyor?” diye sokağa fırlayan beş Türk’ü de yaralayıp hızla olay yerini terk ettiler. Ölü ve yaralılara ulaşmaya çalışan Türk Polisi ve Türk hastane görevlileri, Lefkoşa’nın Türk bölgesini kuşatan Rumlar tarafından kurşun yağmuruna tutuldu. Türklerin isyan ettiklerini, Rum kuvvetlerinin, asileri durdurmak için harekete geçtiklerini radyolarda anons ettiler.
Harekât devam ediyordu. Polis kıyafetlerinde otomatik silâhlar donanmış EOKA’cı grupları, müşterek polis karargâhındaki Türk polislerini silâhsızlandırdılar.
Tarihe “KANLI NOEL” olarak geçen olaylar böyle başladı. Rumlar kuşatma altında tuttukları Lefkoşa bölgesinin dış mahallelerine saldırdılar. 24 Aralık’a gelindiğinde Rumlar, Küçük Kaymaklı semtine karşı büyük bir saldırıya geçtiler. Lefkoşa Türk bölgesinin her tarafında şiddetli çarpışmalar devam ediyordu. Kumsal bölgesinin bir kısmı Rumlar tarafından işgal edildi. Burada Türk evlerine giren Rumlar kadın, çoluk, çocuk ve yaşlıları rehin aldılar. Bu sırada Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı mensubu Dr. Binbaşı Nihat İnan’ın eşini ve çocuklarını, evlerinde ve gizlenmiş oldukları banyo küveti içerisinde insafsızca vurarak şehit ettiler. Rehine aldıkları yüzlerce masum Türk’ü siper ederek geri çekilen Rumlar, rehineleri Rum hapishanelerine götürdüler.
Binbaşının evini mücahitler, banyo küvetinde üç çocuğunun cesetleri üzerine kapanmış annelerinin cesedi ile karşılaştılar. Cesetler yığınındaki bu acı-sevgi manzarası, inanılmaz Rum mezaliminin bıraktığı dayanılmaz acıların gerçek bir tablosu idi.
Aradan 42 sene geçti. O dayanılmaz acıların gerçek tablosu hafızalardan hiç silinmedi, silinemeyecek de. Bugün söz konusu ev, Lefkoşa’da “Barbarlık Müzesi” olarak koruma altındadır.
Ne acıdır ki, Dr. Binbaşı Nihat Bey çektiği acılardan bu konuyu 41 sene hiç konuşamadı. Bir sene kadar önce bir gazetede ilk ve son defa bir röportajı yayınlandı. Bu katliam Kıbrıs Türk toplumunun hafızasında Rum mezaliminin simgesi olarak nesilden nesile akıp gitmektedir. Ruhları şad olsun.
Lefkoşa bölgesinde bu olaylar oluşurken adanın diğer yörelerindeki Türk köylerinden hiç haber alınamıyordu. Rumlar Türk köyleri arasındaki bütün yolları kesmiş, Türkleri tecrid etmiş, bir hafta içerisinde 200 Kıbrıs Türkünü katletmişlerdi. Yine de Rumlar SOYKIRIM EMELLERİNİ 25 Aralık Noel yortusuna kadar tamamlayamamışlardı.
Kıbrıs Türkü’nün 11 yıllık SOYKIRIM ÇİLESİNİ başlatan bu olaylar tarihe KANLI NOEL olarak geçmiştir. KANLI NOEL ismi bir Türk abartması değil, Kıbrıs Türkünün acı kaderinde 11 yıllık SOYKIRIMIN başlangıcı idi. Bu olaylardan sonra kuşatma altındaki kantonlarda (açıkhava hapishaneleri) Kıbrıs Türkünün 11 yıllık tecrid çilesi başlayacak ve mutlu sona 1974 BARIŞ HAREKÂTI ile ulaşılacaktı. Kıbrıs Türkü için özgürlük, Nazi Almanya’sının Yahudi soykırımına özdeş bedel taşıyordu. Ve bu bedel halen ödenmekte, AB’nin insan hakları sadece Rumlar için geçerli olmaktadır.