Ana Sayfa 1998-2012 Türk-İslam Sentezi üzerine

Türk-İslam Sentezi üzerine

Türk-İslam sentezi ilk kez 1970’li yılların başında siyasî bir söylem olarak kullanılmaya başlanılmıştır. O yıllarda siyasî İslam’ı temsil eden grup ve siyasî kadroların, Türkçü ve milliyetçi düşünceye karşı yaptıkları suçlamalar üzerine, Türk milliyetçiliği hareketinin siyasî kanadınca dünya görüşü, inancı ve hayat felsefesi olarak ifade edilmiştir. Aradan geçen zaman içerisinde yaygınlaşmış; günümüzde büyük sayılabilecek bir sivil toplum örgütünün çatısı altında toplanmış olan grup tarafından platform haline getirilmiştir. Türklük gurur ve şuurunun yanına İslam dininin ahlâk ve faziletini koyan bir dünya görüşünü kapsamaktadır. 1200 yıllık Türk-İslam tarihine dayandığı savunulmaktadır.

Yeni bir düşünce sistematiği olarak kullanılmaya başladığından bu yana geçen otuz beş yıllık dönemde, iki düşünür-yazar (Seyit Ahmet Arvasi ve Yılmaz Boyunağa) tarafından kitap haline getirilmiştir. Bu çalışmalara rağmen; Türk-İslam sentezi, sadece Türkiye Türklüğüne hitap eden, içeriği tam olarak netleşmeyen, zaman zaman farklı yorumlara neden olan, değişen dünya ve Türkiye gerçeği karşısında kendisini yenileyip geliştiremeyen bir söylem olarak kalmıştır.

Biz bu yazımızda milletimizin % 98’inin inancı olan İslam’ı taştırmak ve eleştirmek gibi bir tavır içerisinde asla olmayacağız. Ancak bir takım kavramların içlerinin boş kalmasını ve siyasî istismarını kabul edemeyeceğimizi belirtmek istiyoruz.

Rahmetli başbuğ Alparslan Türkeş, Türk-Türk İslam sentezi deyimi karşısında gayet net tavır koymuştur. Rahmetli, diyerek bu teze baştan tavır koymuştur. Ancak O’nun bu eleştirisine karşın; biraz da siyasî söylemlerdeki ihtiyaca cevap vermesi nedeniyle kullanılmaya devam etmiştir.

Olaya diyalektik açıdan baktığımızda: tez- sentez ve antitez üçlemesi diyalektiğin esasıdır. Bu metodla, Türk-İslam sentezi fikrine analiz ettiğimizde: Türklük ve İslamiyet’i birbiriyle çatışan iki unsur olarak görüp ve bunların çatışmasından ortaya çıkan fikre sentez demek gerekir ki; bu tarihî ve sosyal gerçeklere aykırıdır. Her şeyden önce, tarihin hiçbir döneminde kavram olarak Türklük ve İslamiyet birbiriyle çatışmamıştır. Bu noktada, Türklerin İslamiyet’i kabulü sırasında Haccac-ı Zalim’in yaptığı büyük zulmün ayrı bir başlık altında incelenmesinin gerekli olduğuna inanıyoruz. Söz konusu dönem, din adına yapılmış gibi gösterilmeye çalışılan, ancak gerçekte Arap şövenizminin yol açtığı, İslam tarihinin yüz karasıdır.

Gelelim kavramların teker teker incelenmesine: Türklük gurur ve şuuru, İslam ahlak ve fazileti deyiminin vurguladığı fikre, yine diyalektik metodoloji açısından bakıldığında:

Türk klük gurur ve şuuru ifadesinde kastedilen Türk’ün tarifi nedir? Türk kimdir? Anayasal bir tarif mi esas alınmaktadır? Yoksa anayasal tarifin üzerine Ulu Önder Atatürk tarafından vurgulanan Türk kimliği mi esas alınmaktadır?

İslam ahlak ve fazileti derken kastedilen İslam hangisidir? Suudî İslam’ı mı? Vehhabî İslam’ı mı? Mısır’ın El Ezher İslam’ı mı? Arap sosyalizminin İslam’ı mı? Şiî-Caferî İslam’ı mı? Uzak doğudaki veya Amerika’daki Müslümanların kabul ettiği İslam anlayışı mı?

Farzlar (Kur’an-ı Kerim), Hadis ve Sünnet, İcma-i ümmet, Kıyas, örf –âdet, İçtihad’dan oluşmaktadır. Bu esaslar içinde birinciden sonuncuya kadar silsile takip edilmektedir. Yani farzlarda konulmuş olan kurallar hiçbir şekilde değişmemektedir. Hadis ve sünnet ile farzlar arasında görülebilecek tartışmalı durumlarda Kur’an-ı Kerim esastır. İcma-i Ümmet, kıyas, örf-âdet ve içtihadlar ise ilk 2 madde ile çelişmedikleri sürece kendi aralarında tartışılabilmektedir.

Şimdi bu 6 maddeyi açıklamaya çalışalım: Çok sayıda örnek vermek mümkün olmasına karşın; fazla yer ve zaman harcamamak için her maddeyi birer örnekle kısaca açıklayalım.

Hemen belirtelim ki, Kur’an-ı Kerim’i tartışmak kimsenin haddi değildir. Tartışan için dinden çıkma tehlikesi vardır. Tebbet Suresi, 3-4-5. ayetlerin Türkçe karşılıklarını 7 ayrı çalışmadan vermekle yetineceğiz: “O, bir alevli ateşe yaslanacak. Karısı da odun hamalı olarak! Gerdanında fitillisinden bir ip olduğu halde.” (Elmalılı Hamdi Yazır), “Yakında harlı ateşe girecek. Odun hamalı karısı da, Hem de boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde karısı da (ateşe girecek).” (6 yazarlı diyanetin meali), “gerdanında (hurma lifinden) bükülmüş bir ip olduğu halde- odun hamalı olarak karısı da, alevli bir ateşe atılacaklar.” (Ayıntabî Mehmet Efendi).

Bu mealleri okuyanlara sormak lâzım: Nedir bu? Ne anladınız bu ifadelerden? Samimiyetle ifade edelim ki, aynı ayetlerin bu kadar farklı Türkçeleri nedeniyle biz de bir türlü ip-hamallık-Ebu Leheb ve karısı arasındaki ilişkiyi tam olarak anlayamamıştık. Sonra bir yedinci mealde -Prof. Suat Yıldırım’ın açıklamalı meali- biraz daha farklı bir ifade gördük.

Hadisler ve sünnet konusunda sayı ve yoruma bağlı tartışmalar vardır. Sahih hadislerin sayısını 36’ya indiren din âlimleri olduğu gibi, binlerce hadisten bahseden müellifler de vardır. Öte yandan sünnetler de yorum farklılıkları taşımaktadır. En çarpıcı örneklerinden biri, Peygamber Efendimiz namazda iken alnına diken batması üzerine, namazı bozup abdest tazelemesi hususundadır. Bu olaya dayanarak, İmam-ı Şafi ve İmam-ı Âzam, abdesti bozan hususlar konusunda birbirlerinden tamamen farklı hükümler vermişlerdir.

İcma-i ümmet, tartışmalı konularda din âlimlerinin bir araya gelerek ortaklaşa karar vermeleridir. Günümüzde bu husus özellikle ilâhiyatçılar tarafından ihmal edilmekte; televizyon ekranlarında halkın tam anlayamayacağı ağırlıktaki konular –biraz da kişisel reklâm için- tartışılmakta; İlâhiyat biliminin ve fıkıhın temel kuralı olan, “Tartışma konusunu anlayamayacak kişiler önünde tartışmamak” prensibi çiğnenmektedir. Bu ise, konuya vakıf olmayan inanan kişilerde şüphelerin doğmasına neden olmaktadır.

Kıyas, yetersiz uygulanmaktadır. Değişen çağa ve teknolojiye uygun yorumlar yapmaktan kaçınan veya kapasite yetersizliği nedeniyle âciz olan hüküm sahipleri, hâla 95 km lik deve-at yolculuğuyla verilen seferîlik hükmünü, uçaklarda uygulatmaktadır. Keza, orucun başlama zamanını hâla siyah-beyaz iplikle açıklamaktadır.

Örf –âdet, en çok tartışılan ve istismar edilen konudur. Arapların coğrafyaya bağlı kültürleri diyebileceğimiz peçe uygulamasını İslâm’ın emriymiş gibi yorumlayıp; kara çarşaf ve peçeyi İslâm adına dayatmanın mantığı yoktur. Türk milletinin, çölde sıcak ve kumdan korunmak için çarşaf-entari giyen; yüzünü peçeyle kapatan Arap’ın âdetlerini uygulamasını istemek haksızlıktır.

İçtihad kurumu ise yukarda bahsedilen çözüm yolları içinde çözümü bulunamayan konularda kendini yetiştirmiş din adamları tarafından hüküm verilmesidir. Burada iki sıkıntı ortaya çıkmaktadır. Bunlardan birincisi ve en önemlisi içtihad yapacak yeterli sayıda din adamlarının bulunmamasıdır. İkincisi ise geçmişte hangi şartlarda ve nasıl biri tarafından yapıldığı bilinmeyen içtihadların gündeme getirilmesidir. Örnek olarak, 300-500 sene önce Kuzey Afrika’da yaşamış bir din adamı hükmünü vermişse; bu hükmün âlimler arasında tartışılması kabul edilebilir. Ancak avam önünde tartışılmamalıdır.

Türk-İslam sentezi söyleminin, İslam’ın bu genel yapısına bağlı olanların dışında, Türk dünyasını ilgilendiren sorunları da vardır. Tüm dünyadaki İslam anlayışında bölgesel ve milletlere bağlı farklılıklar olduğu gibi, Türk Dünyası’ndaki İslam anlayışları da farklılıklar göstermektedir. Anadolu için söyleyecek olursak Türk-İslam Sentezi’nde esas alınan inanç sistematiği kesin olarak söylenmemekle birlikte Sünnî Ortodoks İslam anlayışıdır. İlk kez Türkdoğan tarafından kullanılan Ortodoks İslam inancı, Selçuklu ve Osmanlı’dan beri devam eden devletin resmî inancı olarak kabul edilmiş bir sistematiktir. Öte yandan kesin rakam bilinmemekle birlikte, Türkiye’de bulunan 10-12 milyon Bektaşi-Alevî’ye yönelik hiçbir söylem içermemektedir. Hatta bu grupları görmemezlikten gelmeyi tercih etmektedir. Ortodoks Sünnî İslam anlayışı kendi içindeki çelişkileri çözememişken Batı Türklüğünde sadece Sünnî kesime bir şeyler söyleyebilmektedir. Bu iki anlayışın dışında laiklerin İslam anlayışı, tarikatların İslam anlayışı, dış merkezli kökten dinci akımların İslam anlayışları da dikkate alınması gereken hususlardır.

Öte yandan Özbekistan ve Türkmenistan’dan başlayan Sünnî Orta Asya Türklüğü, kabulleri ve yorumlarıyla Anadolu Sünnîliğinden farklılıklar göstermektedir. Eski inanç ve kültürlerin izlerini yoğun olarak taşıyan ve İslamiyet’i, Yesevî öğretisi doğrultusunda yorumlayıp kabul eden, (Türk Müslümanlığı terimini rahatça kullanabileceğimiz) bu kardeşlerimizi, Maturidî sistematiğinden sür’atle Eş’arî sistematiğine kayan Ortodoks Türkiye Sünnîliğinin anlaması zordur. Kaldı ki, Türk dünyasının göbeğinde bulunan yaklaşık 50 milyonluk Şiî-Caferî inancındaki, Azerî ve Türkmen kardeşlerimize, mevcut Türk- İslam sentezi tezinin hiçbir söylemi yoktur.

Bu yazımızın sonlarına gelirken, yoğun bir eleştiri alabileceğimizin farkında olduğumuzu belirtmek istiyorum. Türklüğümüz kıvancımızdır. Elhamdülillah Müslüman’ız. Şeref kabul ederiz. Türkçülüğü hayat felsefesi olarak kabul etmekteyiz. Türk-İslam sentezi fikrini savunduklarını söyleyen; ancak son zamanlarda

Cemil Meriç, “bizden”, sağ camiada en etkili olanlar ise olmaktır. Türk-İslam Sentezi ifadesi sağ camia için son derece çekici ve taraftar toplayan bir söylemdir. İçinin yeterince doldurulmuş olmamasına; Türk ve İslam dünyalarının büyük bölümlerine öneri getirmemesine rağmen yalnızca Anadolu’daki Sünnî İslam’a hitap etse de siyaseten etkili bir söylemdir. Ancak felsefî ve sosyal açıdan iki değişmez kural burada da geçerliliğini göstermiştir. Bunlardan birincisi: içeriği yeterince doldurulmamış kavramların istismara uygun olması; İkincisi ise, “Türkiye’de sağ düşüncenin tabanda milliyetçi ve mukaddesatçı; yukarı doğru çıktıkça liberal kapitalist olduğu“Türkiye’li vatandaşların” peşine takılmaları bu iki kuralın doğruluğunu kanıtlamaktadır.

Şüphesiz tüm Müslümanlar din kardeşimizdir. Bu, Kur’an-ı Kerim’in emridir. Yine biliyoruz ki: Kur’an-ı Kerim’e göre Habil ile Kabil de kardeştiler. Sonuçta, kardeşini öldüren Kabil, Tanrı tarafından lânetlenmiştir. Biz -Habil’in soyundan gelenler-, Kabil’in yolunda gidenlerin de din kardeşimiz olduklarını kabul ediyor ve kendilerine soruyoruz: (Bilmeyenler için not: Rahim, Lawrence’in Arabistan’daki faaliyetleri sırasında kullandığı takma isimlerden biridir. Cidde’de kaldığı ev, günümüzde müze olarak düzenlenmiş ve ziyarete açılmıştır.)

 

Orkun'dan Seçmeler