Türkiye tarihi incelendiğinde görülecektir ki, 1919-1923 yılları arasındaki dönem büyük öneme haizdir. Bu sıralarda ümmet eksenli ve kozmopolit bir miras üzerinden yeni bir miras yükseltme çabamız, tüm dünya ülke ve milletlerinin hayret dolu bakışları arasında tarih literatürüne altın harflerle yazılmıştır. Kökenini ta 11. yüzyıldaki Haçlı Seferleri’ne kadar dayandırabileceğimiz “Batı”nın “Doğu” üzerindeki üstünlük mücadelesi asırlar boyunca sürmüştür. Son üç yüz yıldır “Doğu Sorunu” başlığı altında gündemi meşgul eden bu savaşım, zaman zaman büyük tarihsel olaylara da neden olmuştur. işte Türkiye’nin özellikle Batılı devletlere karşı verdiği Türk Kurtuluş Savaşı, Batı’nın uyguladığı sömürge mantığının ülkemiz tarihine yansımış şekli ve mühim bir kırılma noktasıdır.
Türk Kurtuluş Savaşı, efsanevî direnişlere sahne olmuştur. Sayısız ağır bedel ödeyerek kazandığımız bu savaşta, bizleri başarıya götüren birçok etken sıralanabilir. Doğaldır ki, bunlar içerisindeki başat etkenler Türk ırk karakteristiği olan bağımsızlık ruhu ve inanç sağlamlığıdır. Lakin savaş organize bir mücadeledir ve kültürel, siyasî, askerî, ekonomik ilh… boyutlarıyla bir bütündür. Bu yazıda işin ekonomik ve siyasî boyutuyla ilgili bazı ayrıntıları ifşa edeceğiz.
1921 yılına kadar Türk Kurtuluş Hareketi’ni destekleyip, Ankara’da temsilcilik açan üç devlet vardır: Afganistan, Azerbaycan ve Sovyet Rusya. 1917 Bolşevik Devrimi’nden sonra yıldızı parlayan ve Sovyet şûralarına dahil edilen Buhara Cumhuriyeti de topraklarımızda temsilcilik açan dördüncü devlet olacaktı. İki elçiden oluşacak (Naziri Bey ve Recep Bey) Buhara Cumhuriyeti temsilciliği, Mustafa Kemal’i; kendisiyle tanışmak, direnişimiz hakkında bilgiler almak ve destek iletilerini belirtmek üzere ilk ziyaret ettiklerinde kendisine Timur’un Kuran-ı Kerim’ini ve Buharalı kılıç ustalarının yaptığı üç palayı hediye olarak getirmişlerdi. Bunun üzerine Atatürk, 17 Ocak 1920 tarihinde TBMM’de yaptığı bir konuşmada; hediye edilen Timur’un Kuran-ı Kerim’ini Türk milleti adına kendisinin aldığını, palaların da birini kendisine, birini İsmet Paşa’ya, birini de İzmir’i fethedecek komutana ayırdığını belirtmişti. İlk diplomatik ilişkilerin ardından da Buhara Cumhuriyeti’nde elçilik açılması kararlaştırılmış ve temsilcilik görevlileri olarak da Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey ile Rahmi (Apak) Bey seçilmişti. İki Türk devleti arasındaki bu yakınlaşma Sovyet Rusya’nın dikkatini çekmiş, Atatürk’ün Türk birliği kurmasından korkan Sovyet Rusya, Naziri Bey ve Recep Beyleri Moskova’ya çağırarak zalimce şehit etmişlerdi. Buharalı diplomatların şehadet haberi ulaşınca, henüz yolda olan ve Buhara’ya gitmeyi amaçlayan Ruşen Eşref ve Rahmi beyler geri döneceklerdi.
Sovyet Rusya’nın siyaseti açıktı. Türk birliğini engellemek ama emperyalizme karış verilen millî mücadelemize, çıkarları söz konusu olduğu için destek vermek. Gelişmelere hâkim olan Atatürk, 26 Nisan 1920’de Lenin’e maddî yardım konusunda bir mektup yazmıştı. Mektubun karşılığı daha gelmeden de TBMM hükûmeti adına bir heyeti görevlendirip Sovyet Rusya’ya göndermişti. Fakat Sovyet Rusya her ne kadar ideolojik boyutta emperyalizme karşı görünse de -ki Sovyet politikaları incelendiğinde onların karşı olduğu emperyalizmin kapitalist emperyalizm olduğu, aslında sosyalist-komünist emperyalizmin meşru görüldüğü anlaşılır- Türk heyetinin maddî yardım talebine verdiği karşılıkta emperyalist kimliğini de ifşa etmişti. Türk heyetiyle görüşen Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı Çiçerin maddî yardım yapabileceklerini ve bu yardımın karşılıksız olacağını ama karşılığında Muş, Van ve Bitlis’i istediklerini belirtmiş ve Türk heyetinin ümitsiz bir şekilde dönüşüne neden olmuştu.
Rusya’nın bu emperyalist çıkarcılığına karşı Türk Kurtuluş Hareketi’ne kucak açanlar ise özellikle Buhara Türkleri olmuştu. Buhara Cumhuriyeti’nin ilk ve son cumhurbaşkanı olan Osman Kocaoğlu, 1920 yılında yaptığı bir açıklamada olayın iç yüzünü şöyle açıklar:
“1920 yılında Buhara Cumhuriyeti kurulduktan sonra cumhurbaşkanı olarak yanıma başbakanımı da alarak Sovyet büyükleri ve Lenin ile temasta bulunmak üzere Moskova’ya gitmiştim. Bizden bir müddet önce, temmuz ayı ortalarında Türkiye’den de Bekir Sami Bey başkanlığında bir heyet millî hükûmet için yardım konusunu görüşmeye gelmişti. Kremlin Sarayı’nda kendisiyle görüştüğümüz Lenin, önem verdiğini hissettirdiği Türkiye’den söz açarak; ‘Ankara’dan bir heyet geldi, acele yardım istiyor. Bu hususta sizin fikriniz nedir? ’ dediler. Hiç tereddüt etmeden elbette yardım etmek gerek ve vakit geçirmeden yapılmalıdır.’ demem üzerine bu işte zaten kararlı olduklarını (!), fakat bazı zorluklarla karşılaştıklarını belirten bir ifadeyle ‘Yardım problemi için bizi düşündüren iki zorluk var: Birisi Türklerin bizden istedikleri altın para pek çok’ deyince sözünü kestim ve bizde altın para oldu?unu söyledim.
“Lenin diğer zorluk ise yol problemidir; çünkü Türklere yalnız para değil, cephane ve harp gereçleriyle silâh da lâzım. Bunları Ankara’ya ulaştıracak yol lâzım, halbuki Kafkasya’daki durum nedeniyle yollar kapalıdır ve ne zaman açılacağı da belli değildir ’dedi. Ben de cevap olarak ‘Kafkaslar’da bulunan cumhuriyetlerle anlaşmak mümkün; çünkü bu bölgede Müslümanlar çoğunlukta, aynı zamanda Gürcüler de çıkarları gereği Müslümanlara yakındır. Çalışılırsa müşterek bir yol bulmak mümkündür’ dedim.
“Uzun görüşmeler sonunda Dış işleri Bakanım Feyzullah Hoca ve Rus uzmanlardan oluşan bir heyet, yapılacak yardımın en az yüz milyon altın ruble olmasını kararlaştırdı. Lenin’le ikinci görüşmemizde paranın miktarını söyledim ve ‘hemen verebilirim’ dedim. Çarlık zamanından kalma altın rublelerimiz çoktu. Buhara bir Çarlık eyaleti olduğu hâlde idarî ve malî işlerde bağımsız idi. Onun için bizde altın, haddinden fazlaydı.
“Lenin’le bu şekilde anlaştıktan sonra Buhara’ya döndüm. Durumu meclise intikal ettirdim. Meclis, itirazsız yüz milyon altın rublenin gönderilmesini kararlaştırdı. Vakit geçirmeden formaliteleri tamamladım ve kararlaştırılan miktardaki altın rubleleri Ankara’ya gönderilmek üzere Rus hazinesine teslim ettik.”
Bu teslimat Buhara Cumhuriyeti’nin Başbakanı, aynı zamanda Dış işleri Bakanı olan Feyzullah Hoca tarafından bizzat yapılır ve durum Osman Kocaoğlu’na da açıklanır. Feyzullah Hoca, 100.000.000 altın ruble teslim etmiştir ve 1920 yılına ait kur değerine göre bir altın ruble 0.59 kuruştur. Yani yardım amacıyla Ruslara toplam 59.000.000 TL. teslim edilmiştir. Lakin, Ruslar parayı bir defada ödememişler; ilk taksidi 1920 yılında altı sandık altın ruble (304.912 TL.) olmak üzere üç yıla yayılan yardımdan Türkiye’ye gelen toplam yardım miktarı 18.326.800 altın ruble (üç yıl sonra birlik altın ruble kuru tahminen 1.66 TL. ye çıkınca Türk parasıyla 11.028.021 TL.) olmuştur. Geriye kalan ve Buhara Türkleri tarafından bize hibe edilen 81.673.200 altın ruble ise haksız olarak Lenin idaresindeki Sovyet Rusya tarafından kelimenin tam manasıyla çalınmış ve Sovyet hazinesine aktarılmıştır.
Bolşevikler aslında bu yardımı ayarlayarak yapmışlardı. Kurtuluş Savaşı ne parasızlıktan dolayı bitecekti ne de Türkler zengin olacaktı. O altınlar tam ve zaman kesintisi olmadan elimize geçmiş olsaydı, Türk Kurtuluş Savaşı müthiş bir ivme kazanabilirdi; ama bu durum Sovyetlerin, bulunduğu bölgede oynadığı liderlik, yenilmezlik paranoyasına tehlike arz edebilirdi. Dolayısıyla yardımların beşte birinin üstelik üç koca zamana yayılarak yollanması, kasıtlı bir siyasadır.
Tarih asla uyumayan bir kaynaktır; şartlara göre bazen unutulmuş gibi görünse de kısık bir sesle yeni bir gelecekten söz eder. Ama tarihî gerçekleri saptırarak, tarihin geleceğe dönük verdiği nasihatları örseleme ve saptırma lüksü kimsenin hakkı olamaz. Bu uyarı ışığında, Türk Kurtuluş Savaşı’na Türkistan’dan gelen yardımları tamamen Sovyet Rusya’ya mal etmeye; üstelik Lenin’in hırsızlığını ört bas etmeye çalışan bakar körleri düşünmeye ve insafa davet etmek mantıklı olacaktır.
KAYNAKLAR
1- Ercan Karakoç; Atatürk’ün Dış Türkler Politikası, IQ Yayıncılık, ist., 2002.
2- Timur Kocaoğlu; “Buhara Cumhurbaşkanı Osman Hoca (Kocaoğlu) ve İstiklal Savaşı Sırasında Türkiye’ye Altın Yardım Meselesi”, Türk Dünyası Aydınları Sempozyumu Bildirileri, Erciyes Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Merkezi Yayın No. 2, Kayseri,1996.
3- T.Berkok; “Türk İstiklal Savaşı’nda Dış Yardımlar”, Erciyes, Sayı 50, Kayseri, 1986.
4-“Milli Mücadelemiz ve Bolşevik Tehlikesi”, Büyük Türkiye, Haziran 1970, Sayı 3.