2000 yılındaki Clinton – Esad görüşmesi, Türk – Amerikan ilişkilerinde, gözden kaçan önemli bir kesiti oluşturmuş ve ABD’nin en yetkili ağzı olan Başkanının sözleriyle tarihteki yerini almıştır. Söz konusu görüşme sırasında ABD Başkanı Bill Clinton, Suriye Devlet Başkanı Hafiz Esad’a “Siz Golan Tepeleri’nden İsrail’e taviz verin ben de size Türkiye’den su sözü veriyorum…” demiştir.
Türk – Amerikan ilişkileri, imparatorluğun en uzun yüzyılı olarak nitelendirilen XIX. yüzyılda İstanbul – Washington düzeyinde resmiyet kazanarak başlamıştır.
İkili ilişkilerde ilk adım, ABD tarafından atılmıştır. Washington’un Akdeniz ticaretinde etkin olma isteği ve bugün olduğu gibi 1800’lerin başında da (ABD için) Türkiye’nin stratejik konumu, ilişkilerin başlatılması gereğini zorunlu olarak ortaya çıkartmıştır. XIX. yüzyılın başından itibaren Osmanlı Devleti ile ticaret antlaşması yapma amacıyla yoğun gayret içerisine giren ve bunun için yaklaşık 30 yıl uğraş veren ABD’nin durumu, Avrupa Birliği (AB) kapısında bekleyen Türkiye’nin durumuna benzetilebilir.
Kuzey Amerika, 1770’lere kadar bir İngiliz kolonisidir, ancak 1775-1783 yıllarında İngiltere’ye karşı giriştiği mücadeleler sonucu bağımsızlığına kavuşmuştur. ABD açısından Bağımsızlık Savaşı’nın en önemli nedeni, ekonomik ve ticariî çıkarlarının korunması olmuştur.
Bağımsızlığına kavuştuktan sonra Amerikan ticaret gemileri okyanuslara açılmıştır. Amerikan yönetimi tarafından 1784 yılında John Adams, Benjamin Franklin ve Thomas Jefferson “Antlaşma Görevlileri” olarak atandıklarında Osmanlı İmparatorluğu ihmal edilmemesi gereken ülkeler listesindeydi. Normalde ilk olarak, doğrudan İstanbul’la olmasa da Osmanlı Devleti’ne vergi ödeyen Kuzey Afrika beylikleri (Garp Ocakları) ile ABD Hükûmeti arasında ilişkiler -Osmanlı Devleti – ABD arasında gerçekleştirilen 1830 antlaşmasından çok önce- başlamıştı. Garp Ocakları ile antlaşma yapmadan Akdeniz’de güvenli bir şekilde ticaret yapmak mümkün değildi.
Osmanlı Eyaletlerine Haraç
ve/veya Vergi Ödeyen ABD
Denizaşırı ticarete önem veren Amerikalılar XVIII. yüzyılın sonlarında Akdeniz ticaretinin getireceği kazancı hesaba katarak Akdeniz’e yönelmişlerdir. Ancak, Amerikalıların, Akdeniz’e rahatça girip ticaret yapabilmeleri için Osmanlı Devleti’nin Kuzeybatı Afrika’daki eyaletleri ile iyi ilişkiler kurmaları gerekiyordu. Söz konusu ilişkileri Amerikalılardan önce oldukça güçlü donanmalara sahip olan İngiltere, Fransa ve İspanya gibi devletler kurmuşlardı. Fransa, Akdeniz’de rahatça hareket edebilmek, ticaret gemilerinin güvenliğini sağlamak için Cezayir’e yıllık 200.000 İspanyol doları vergi ödüyordu. Bu miktar İngiltere için yıllık 280.000 İspanyol doları olarak belirlenmişti.
İngiltere ve Fransa gibi devletler Akdeniz’de güvenliklerini sağlayabilmek için Kuzey Afrika’da Fas, Tunus, Cezayir ve Trablusgarp’la barış antlaşması imzalamışlardı. Amerikalılar ilk başlarda gemilerinde İngiliz bayrağı taşımakta ve rahatça Akdeniz’de hareket edebilmekteydiler. Ancak, İngiltere – ABD Savaşı ve akabinde kazanılan bağımsızlıktan sonra Amerikalılar artık İngiliz bayrağını gemilerinde taşıyamaz olmuşlar, bu durum ise Akdeniz’de Cezayirli, Faslı ve Trabluslu korsanlar için yeni bir kazanç kapısı açmıştı. Çünkü Fas, Tunus, Cezayir ve Trablusgarp kendileriyle uygun şartlarda bir barış antlaşması imzalamayan devletleri otomatikman düşman kabul ediyor ve bu devletlerin gemilerine ganimet elde etmek için saldırıyorlardı.
Cezayirli korsanlar Amerikan gemilerine saldırmakla kalmıyor, gemi içerisindeki Amerikalıları da esir alıyorlardı. Mevcut durum Amerikan kamuoyunu oldukça rahatsız ediyordu. Cezayirli korsanlar Temmuz 1785’te Maria ve Dolphin isminde iki Amerikan ticaret gemisini ve 21 Amerikalı denizciyi esir almışlardı. Amerikan yönetimi esirleri kurtarmak için Cezayir Dayısı ile anlaşmak istemiş, ancak Dayı’nın her bir Amerikalı için 3.000 Amerikan doları istemesi üzerine görüşmeler yarım kalmıştı.
1793’te Cezayirli korsanlar, Atlas Okyanusu’nda 10 Amerikan ticaret gemisi ve esir alınan 105 Amerikalıyla birlikte Cezayir limanına gelmişlerdi. Daha sonra Cezayirliler, esirler için ABD’den 2.274.000 Meksika doları fidye almışlardır. Ayrıca, yapılan antlaşma ile ABD her yıl için Cezayir’e 12.000 Cezayir altını vergi ödemeyi kabul etmişti.
Trablusgarp, ABD’den kendisine yıllık 30.000 dolar vergi ödenmesini talep etmekteydi. 1803 yılında Trablusgarplılar tarafından Amerikalılara ait olan Philadelphia adlı savaş gemisi ele geçirilmiş v ve Trablus limanına çekilmişti. Trablusgarp Dayısı Yusuf Paşa elindeki 307 Amerikalı denizci için, ABD’den 3.000.000 dolar fidye istiyordu.
ABD kamuoyunda artık iyice büyük bir sorun olmaya başlayan bu durum karşısında tedbirler alınması istenmiş ve ABD yönetimi bu Osmanlı eyaletleri ile her birine yıllık olarak belirli bir miktar vergi ve hediyeler vermek koşulu ile anlaşma yoluna gitmiştir.
Osmanlı Devleti’ne Elçi
Atamak İçin ABD’nin
Verdiği Uğraş
Osmanlı Devleti, ABD ile resmî ilişkileri başlatmada oldukça isteksiz davranmıştır. Washington, 1802 yılında William Stewart ismindeki bir Amerikalı’yı İzmir’e Konsolos olarak göndermiş ise de, bu durum Bâbıâli tarafından kabul edilmemiştir. Steawart İzmir’de incelemelerde bulunmuş, Osmanlı Devleti ile ABD arasında ticaretin nasıl geliştirileceği konusunda raporlar yazdıktan sonra İzmir’den ayrılmıştır. 1808’de Washington, yeni bir teşebbüse daha girişmiş, Mr. Sloane isminde birini İzmir’e konsolos olarak göndermeye niyetlenmişse de yine Bâbıâli nezdinde muvaffak olamamıştır. Washington’un Bâbıâli nezdinde yapmış olduğu uzun uğraşlar neticesinde, 1811’de İzmir’de ilk Amerikan ticaret müessesesinin (Woodmas & Offley Şirketi) kurularak faaliyete geçmesinden çok sonra, ancak 1824 yılında Amerikan Hükûmeti, İzmir’deki ilk Amerikan ticaret şirketinin kurucusu David Offley’i bu şehre Birleşik Devletler Konsolosu olarak tayin etmiş ve bu durum Bâbıâli tarafından kabul görmüştür.
WASHINGTON’UN 30 YILLIK
UĞRAŞI:
Türk-Amerikan İlişkileri
Uğruna Yunanistan’ın
Bağımsızlığını Tanımayı
Geciktiren ABD
Türkiye’nin AB kapısında vermiş olduğu uğraşın bir benzerini Osmanlı Devleti ile resmî bir antlaşma yapmak için 30 yıl boyunca Bâbıâli nezdinde yapmış olduğu (bu günkü anlamıyla) lobi faaliyeti ile Washington yaşamıştır.
Washington’un çıkarları açısından İstanbul ile ticarî ilişkiler kurmada iyi sebepler vardı. Bu yüzden karşılıklı ilişkilerin başlatılmasında, hatta ilk adımın atılmasında önceliği Washington yapmıştı.
İlk olarak 1796 yılında ABD’nin Londra elçiliğine atanan Rufus King, Osmanlı Devleti’nin Londra’daki elçisi ile temaslarda bulunmuş ve Osmanlı ile bir muahede akdi için görüşmeler yapmıştı. Amerikan elçisinin, Birleşik Devletler Cumhurbaşkanı Adams’a gönderdiği 8 Şubat 1799 tarihli bir rapor üzerine, Cumhurbaşkanı, Lisbonne’da Amerikan elçisi olarak görev yapan William Smith’i “Fevkalâde Murahhas ve Elçi” sıfatıyla Babıâli ile muahede akdi müzakerelerine memur etmiş ve kendisine vâsi salâhiyetler vermişti. Ancak William Smith, bu yeni vazifeyi kabul ettiği hâlde talimat ve hareket emri almadığından İstanbul’a gidememişti. Zira, Fransızların Mısır’ı istilâsı üzerine İngiltere ve Osmanlı Devleti arasında bir ittifak akdedildiğinden ve bu sıralarda ABD kamuoyu Fransa lehinde olduğundan, ayrıca bu teşebbüsün ABD-Fransız münasebetleri üzerinde menfi bir tesir yapmasından çekinen Washington, bu işten vazgeçmiştir.
Washington, 1817 baharında Baltimore’da bulunan bir firmanın M. J. Jaussand adındaki temsilcisini Osmanlı resmî makamlarıyla temasta bulunması için İstanbul’a göndermiştir. Jaussand, İstanbul’daki Fransız sefarethanesinde bir ticaret antlaşması için bazı Osmanlı ileri gelenleriyle görüşmeler yapmış, ancak ilginçtir ki kendisine Osmanlı Devleti’yle doğrudan doğruya gizli müzakerelere girmesi tavsiye edilmiştir. Jaussand, durumu ABD Dışişleri Bakanı John Quincy Adams’a bildirmişse de bundan olumlu bir netice çıkmamıştır.
İstanbul ile Washington arasındaki resmî görüşmeler ancak 1820 yılında başlayabilmiştir. ABD Dışişleri Bakanı Adams, Luther Bradish adlı New Yorklu bir avukatı çift pasaportla gizli olarak istihbarat faaliyetlerinde bulunması için İstanbul’a göndermiştir.
Bradish, İstanbul’da Reisülküttabla yapmış olduğu görüşmeden sonra buraya geliş amacının ilgililerce öğrenildiğini Amerikan Dışişlerine 20 Aralık 1820 tarihinde yazmış olduğu mektubunda belirtmiş, kendisine verilen talimatın tamamıyla geçersiz olduğunu bildirmiş, ayrıca yapılması planlanan antlaşmanın ABD’ye ortalama olarak 50 bin Amerikan doları civarında bir paraya mal olacağını belirtmiştir. Aynı yıl (1820) Birleşik Devletler Filo Kumandanı William Bainbridge, Osmanlı Devleti’yle resmî ticarî ilişkilerin başlatılmasında -girişimde bulunması için- görevlendirilmiştir. Ancak bundan da bir sonuç alınamamıştır. Bu defa Dışişleri Bakanı Adams, bir başka adamını Kaptan-ı Derya Hüsrev Paşa ile görüşmesi için göndermiştir. Hüsrev Paşa ise bu zâta 1824 yılı Aralık ayında Akdeniz’deki Amerikan filosu kumandanının kendisiyle gizlice temasa geçmesini ve bir antlaşma için ileri sürülecek olan Amerikan tekliflerini, bizzat kendisinin padişaha sunacağını, padişahın da bir Amerikan temsilcisinin İstanbul’a gelerek Osmanlı Hükûmeti ile müzakerelerde bulunmasının faydalı olup olmayacağı hususunda karar vereceğini gelen temsilciye söylemiştir.
Adams’ın ticarî temsilci olarak tayin ettiği kişi David Offley’di. Offley, 27 Aralık 1824 tarihli mektubunda yapılması muhtemel bir antlaşma ile ABD’nin elde edeceği çıkarlardan bahsetmiş ve Babıâli ile gizlice temaslarda bulunulması gereğini tavsiye olarak Amerikan yönetimine sunmuştur.
1820’lerde Türk-Amerikan ticareti, Amerikan ticaret çevrelerini o kadar büyülemişti ki, isyan ederek Osmanlı’dan ayrılmak isteyen Yunanistan’a karşı Osmanlı Devleti’ni desteklemişlerdir. ABD Temsilciler Meclisi’nin Kentucky Temsilcisi Henry Clay, (Clay, John Quincy Adams’tan sonra ABD Dışişleri Bakanlığı’na getirilmiştir.) ABD’nin bu tutumundan şu sözlerle yakınmıştır: “İnsanlığımızı kökünden kazımamız ve duyarlıklarımızı bastırmamız için önümüze adi bir incir ve afyon faturası sürülüyor…” Öyle ki, bu dönemde Monroe yönetimi, Türk-Amerikan ticareti uğruna Yunanistan’ın bağımsızlığını tanımakta gecikmiştir.
Amerikan yönetiminin Osmanlı Devleti ile bir antlaşma yapmak için yaklaşık 30 yıl süren çabalarından sonra 7 Mayıs 1830’da iki devlet arasında bir dostluk ve ticaret antlaşması imzalanmıştır.
7 Mayıs 1830 Antlaşmasını ABD Başkanı Andrew Jackson, Washington’da yayınlattığı bir beyannâmeyle resmen ilân etmiştir. Başkanın büyük bir siyasî muvaffakiyet şeklinde neşrettiği söz konusu beyannâmede Türkiye için çok samimi ve dostça ifadeler kullanılmıştır.
ABD’yi Ziyaret Eden Binbaşı
Emin Efendi’ye ABD
Yönetiminin Gösterdiği
Olağanüstü İlgi
1850’de, Bahriye Mektebinde Mühendis Binbaşı olarak hocalık yapan Emin Efendi, askerî ve teknik temaslarda bulunmak üzere resmî davetle ABD’ye gider. ABD’de gittiği her eyalette bir askerden ziyade üst düzey temsilci düzeyinde karşılanır. Emin Efendinin şerefine, gittiği her şehirde kabûl merasimleri yapılmış, Washington’da ikametine tahsis edilen binanın önünde mızıka çaldırılmış, şehir donatılmış ve geceleyin Amerikan halkının da katıldığı (Türk temsilcisinin şerefine) bir fener alayı tertip edilmiş ve havaî fişekler atılmıştır.
Amerikan Kongresi tarafından (Senato ve Temsilciler Meclisi) resmen kabul edilen Binbaşı Emin Efendi için Kongre, Türk temsilcisini karşılama ve ağırlama masrafları için özel bir tahsisat kabul etmiş ve Emin Efendiyi Birleşik Devletler Hükûmeti’nin resmî misafiri ilân etmiştir. Onuruna Başkan Milliard Filmore tarafından, Beyaz Saray’da yapılan kabûl merasiminde bütün hükûmet erkânı hazır bulunmuş, resmî nutuklar irad edilmiş, Osmanlı Hükümdarı Abdülmecid ve Türk devlet adamları için övgü dolu sözler sarfedilmiştir. Öyle ki, Emin Efendiye gösterilen bu yüksek alâka Binbaşı Emin Efendinin kendisi dahil olmak üzere ABD’deki diğer dış temsilcilikleri de şaşırtmıştır. ABD’de görmüş olduğu yoğun ilgiyi Binbaşı Emin Efendi, İstanbul’a göndermiş olduğu raporunda şu cümlelerle anlatmıştır:
“Bu misillû iltifât ve ikrâm sâir devletler tarafından gelenlere bir vakitde vuku’ bulmuş değil ve bu tarafda Nemçe Maslahatgüzârı ziyâdesiyle hayretde kalup, acaba sebep nedir bu tarafda bu derecelerde iltifat olunmak deyü tecessüs etmekte bulunduğu ve bunların böyle ikram etmeleri…”
Sultan Abdülmecid, Emin Efendiye ABD Hükûmeti ve halkı tarafından gösterilen iyi muameleye mukabele olmak üzere 1852’de ABD’de açılmış olan “Şark Lisanları Mektebi”ne hediye olmak üzere aralarında sarf u nahv, lügatler, edebiyat, mantık ve tarihle ilgili 56 Türkçe kitabı Boston’a göndermiştir.
Washington’da George Washington’ın namına yapılan büyük abide için, İstanbul’daki ABD Elçiliği, Bâbıâli’ye müracaat ederek, abideye eklenmek üzere tuğralı bir mermer kitabe verilmesini arz tezkeresi ile bildirmiş ve uzunluğu iki endâze, genişliği bir endaze boyunda bir mermer kitabe hazırlatılmasını Washington’a göndermiştir. Kitabeye hâk edilecek bir beyit ile tarih düşürülmesi de arzu edildiğinden, padişaha aşağıda verilen üç numune arz edilmiştir:
I- Devam-ı hulletin te’yid içün Abdülmecid Hânın
Yazıldı nam-ı pâki senk-i balâya Vaşintonda
II- Amerika devletiyle olalı hullet-i bedîd
Bak Vaşintonda yazıldı nam-ı Hân-ı Abdülmecid
III- Şahinşeh-i rum ü arap şâh-ı zaman Abdülmecid
Bu senge namın yazdırub kıldı müsafât-ı bed
İkili İlişkilerde ABD
Başkanlarının Osmanlı
Padişahlarına Hitap Şekilleri
Devletlerarası ilişkilerde elkap yani unvan ve hitap şekilleri ikili ilişkilerin mahiyeti hakkında önemli ipuçları verir.
1831 (3 Nisan) tarihli ABD Başkanı Andrew Jackson tarafından II. Mahmud’a gönderilen mektupta: “…Büyük ve has dostumuz Sultan Mahmud hazretlerine ifade olunur ki…” şeklinde bir hitap vardır.
1841 tarihli ABD Başkanı Van Buren’ın Padişah Abdülmecit’e gönderdiği nâme, beyaz kenarlı pembe atlastan, üzerine altın yıldızlar yapıştırılmış ve güzel nakışlarla süslenmiş bir kese içerisine konulmuştur. Kesenin ağzı gümüş bir telle bağlanmıştır. Mektubun başında şöyle yazılmıştı: “Büyük ve iyi dostumuz Abdülmecid Han’a, Osmanlıların İmparatoru…”
1847’de ABD Başkanı James K. Polk’ın Sultan Abdülmecit’in doğum günü sebebiyle gönderdiği mektupta padişaha şöyle hitap etmiştir: “Sultan Abdul Majid Khan Padichah of the Empire of the Ottoman Family” (Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Hanedanı’nın Padişahı Sultan Abdülmecid Han).
1849 tarihli ABD Başkanı Zachary Taylor’un Abdülmecid’e gönderdiği mektupta: “To our Great and Good Friend, Sultan Abdul – Medjid Khan, Padischah of the Empire of the Ottoman Family,- Greetings” (Dostumuz Büyük Sultan Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Hanedanı’nın Padişahı Abdülmecid Han’a – Selamlar Olsun) şeklinde bir hitap vardır.
1866 yılında ise, yine ABD’den gelen mektupta Sultan Abdülaziz’e “To His Imperial Majesty the Sultan of Turkey” (Türkiye’nin Sultanı İmparator Majestelerine) şeklinde hitap vardır.
Osmanlı Devleti’nin
ABD Dış Politikasını
Değerlendirmesi
ABD ile Osmanlı Devleti arasında imzalanmış olan 1830 antlaşmasında, gizli maddenin Amerikalılar tarafından kabul edilmemesi üzerine II. Mahmud duyduğu teessürü Hattı Hümâyununda şiddetli bir lisanla ifade etmiştir:
“Frenklerin âdetleri kendülerinin mukaddema söyledikleri sözden nükül etmeğe aslâ utanmazlar hemen kendülerine menafi’ olacak maslahat ne ise anı tervice bakarlar…”
1878 Berlin Konferansı’ndan sonra XIX. yüzyılın sonunda Washington, iki devlet arasındaki ilişkileri: “Hükûmet-i seniyye (Osmanlı) ile Amerika Hükûmeti beynindeki (arasında) münâsebât her zemân hissiyât-ı dostâne ve nezâket-kârâneye müstenid bulunmuşdur” şeklinde tanımlanmaktaydı.
ABD için tarihi boyunca dış politika ile ekonomik çıkarlar daima paralel seyretmiş, hatta bazı dönemlerde dış politikası, doğrudan doğruya ekonomik çıkarların elde edilmesi için kullanılan bir araç biçimine dönüştürülmüştür. Bu da Dolar Diplomasisi olarak isimlendirilmiştir.
1895’te Bâbıâli, ABD dış politikasını şu cümlelerle özetlemiştir: “Amerikalılar daima Hıristiyanları iltizam ediyorlar. Zaten Amerikalıların cümlesi Hükûmât-ı İslâmiyye’ye düşmandırlar fakat kuvve-i icrâiyece iş böyle değildir. Çünkü hükûmet hayat nokta-i nazarından değil politika ve menfa’at cihetinden hareket etmektedir.”
KAYNAKLAR
DANIEL, Robert L.,“American Influences in the Near East before 1861” American Quarterly, Vol. 16, Issue: 1, (Spring, 1964), ss.
ERHAN, Çağrı, Türk – Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, Ankara, 2001.
EZGÜ, Fuad, Osmanlı İmparatorluğu ile ABD Arasında İktisadi ve Kültürel Münasebetlerin Kuruluşu ve Gelişimi, (Basılmamış Doktora Tezi) İstanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, İstanbul, 1949.
GORDON, Leland James, American Relations with Turkey 1830 – 1930, Philadelphia, 1932.
KOCABAŞOĞLU, Uygur, Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika, İstanbul, 1989.
KÖPRÜLÜ, “Tarihte Türk-Amerikan Münasebetleri”,Belleten, C. LI, (Ağustos 1987) Sa:200, ss. 927 – 947.
KURAT, Akdes Nimet, Türk – ABD Münasebetlerine Kısa Bir Bakış (1800 – 1959), Ankara, 1959.
SALT, Jeremy, Imperialism, Evangelism and the Ottoman Armenians 1878-1896, London, 1993.
SERTOĞLU, Mithat, “Osmanlı İmparatorluğu Devrinde Türk-Amerikan İlişkileri” Belgelerle Türk Tarihi Dün/Bugün/Yarın, Sayı: 4, ( Mayıs 1997), ss. 62 – 66.
ŞAFAK, Nurdan, Osmanlı – Amerikan İlişkileri, İstanbul, 2003.
ŞİMŞİR, Bilal N. “Ermeni Propagandasının Amerika Boyutu Üzerine”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu (8-12 Ekim 1984 Erzurum), Ankara, 1985, ss. 79 – 124.
TIBAWI, A. L., American Interests in Syria 1800-1901, London (Oxford), 1966.
WRIGHT, Walter Livingston, American Relations with Turkey to 1831 (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Princeton University, 1928.