Ana Sayfa 1998-2012 2004 yazı yarışmamızın 1. si :Başımızı dik tutmalıyız

2004 yazı yarışmamızın 1. si :Başımızı dik tutmalıyız

Öncelikle topyekûn bir uyanışa ihtiyaç vardır. Milletimiz,

üzerine serpilmiş ölü toprağını silkeleyip atmalı, yerinden

doğrulmalı ve kimin malının kimlere peşkeş çekildiğinin

hesabını sormalıdır. Bu davranış, ekonomik hürriyetimizi de

beraberinde getirecektir. Borcu olanın boynunun da bükük

olacağını unutmayalım. Her türlü fedakârlığa katlanarak dış

borçlarımızı tamamen ödemeli, vergilerimizin dış borç

faizlerine gitmesi gibi bir faciadan kurtulmalıyız.

Tamer YENİCE

TARİH bize gösteriyor ki, “dayatma” güçlüden gelir. Zayıf olanın, kuvvetli olana dayatma imkânı yoktur. Böyle bir şeye kalkışsa da sonuç alamaz. Demek ki, Türkiye’ye dayatmaları bu açıdan ele almalıyız.

Türkiye’nin dış dünyadaki itibarı yüksek olduğu müddetçe bir dayatmaya maruz kaldığını söyleyemeyiz. Atatürk döneminde böyle bir olay vuku bulmamıştır. Ancak, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra değişen siyasî dengeler, ilk dayatmaları karşımıza çıkarmıştır. Sovyetler Birliği’nin, doğu illerimiz ve Boğazlar üzerindeki talepleri, dayatmaların ilk işareti olmuştur. Daha sonra, Batı blokuyla yakın ilişkiler, özellikle ABD ile işbirliği yeni dayatmaları ortaya çıkarmıştır. Bunlar, hükûmetler arası seviyede olduğu için kamuoyuna pek intikal etmemiş, âdeta gizli kalmıştır. Marşal Yardımı ile başlayan bu ilişkiler askerî anlaşmalar, üsler, Türk millî eğitiminde etkiler gibi tezahürlerle sürüp gitmiştir. Bu dönem, 1940’ların sonundan başlayarak uzun süre devam etmiştir.

Kıbrıs meselesi, dayatmaların canlı örneklerini dikkatlerimize getirmiştir. Makariyos destekli EOKA katliamları üzerine Kıbrıs’a asker çıkarma teşebbüsümüz, ABD Başkanı Johnson’un mektubuyla engellenmiştir. 1974 Kıbrıs harekâtından sonra, Türkiye’ye ambargo konulması is se daha büyük bir dayatma olarak görülmüştür. Türkiye’nin ekonomik dengeleri bozulduktan, dış borçlar arttıktan sonra bu dayatmalar sürekli hâle gelmiştir. Bu dönemdeki dayatmaların esas aktörü, milletler arası kapitalizmin organı olan IMF’dır. Bu kuruluşun ileri sürdüğü talepler (dayatmalar) kabul gördüğü müddetçe dış krediler işletilmiş, Türkiye ekonomisi de bu suretle bir nevi denetim altına alınmıştır. Türkiye gittikçe borç batağına sürüklenmiş ve dayatmaları ister istemez kabul zorunda kalmıştır. Bu arada, yabancı büyük finans kuruluşlarının katkılarıyla sun’î krizler çıkarılmış, bu krizlerin üstesinden gelmek için Dünya Bankası elemanlarından temsilciler Türkiye’ye gönderilmiştir.

Demek ki, ülkemize yapılan dayatmaların en büyük iki aktörü IMF ve Dünya Bankası olmuştur. ABD’nin bu kuruluşlar üzerindeki büyük etkisini hatırlamamız yararlı olacaktır.

Ekonomik bakımdan zayıf ülkelerin siyasî alandaki direnme şansının ne kadar sınırlı olduğu bilinmektedir. Türkiye’nin ekonomisi sarsıntıya ve sıkıntıya girdikçe dayatmalar siyasî alanda da o ölçüde artmıştır. 1980’lerin sonundan itibaren, Avrupa Birliği devreye girmiştir. Birliğe üye olmak için yaptığımız başvuru önce reddedilmiş, fakat sonra daha ılımlı bir mecraya sokulmuştur. Ancak, üyelik için ileri sürülen şartların tamamı artık dayatma mahiyetindedir. Avrupa, Türk hükûmetlerinin Birliğe katılma yolundaki eğiliminin gittikçe ihtiras hâlini aldığını görünce dayatmaları da şiddetlendirmiştir. PKK terörünün Avrupa tarafından el altından, hattâ bazen aşikâr olarak desteklenmesi, dayatmaların kabulü için kuvvetli bir etken oluşturmuştur. Aday adayı üyelik yolunda mesafe alındıkça, hemen her alanda yeni dayatmalar gündeme gelmeye başlamıştır. Avrupa, müphem bir üyelik sözüne karşılık, Türkiye’ye her istediğini yaptırır konuma gelmiştir. Anayasa değişikliklerinden hukuk sistemimize, eğitim hayatından ekonomik ilişkilerimize kadar her alanda yeni yeni dayatmalar ileri sürülmüştür. Bütün bunların arkasındaki asıl niyetin, Türkiye’nin güçsüzleştirilmesi, küçültülmesi ve siyasî etkisinin azaltılması olduğu meydandadır. Avrupa, bu yolla, Anadolu’daki Türk varlığının eritilmesini amaçlamaktadır.

Şimdi şu soru akla gelmektedir: “Avrupa bunu niye istesin?”

Batı dünyası, Greko-Latin kültürüyle Hristiyanlık imanı üzerine temellenmiş bir yapıya sahiptir. Soy olarak da ârî ırkın vârisleridirler. Türkler ise Türk-İslâm kültürünün ve Ural-Altay soyunun çocuklarıdır. Bu bakımdan, iki tarafın genlerinde uyuşmazlık bulunmaktadır. Ayrıca, 900 yılı aşkın bir mazi, Türkleri Avrupa nezdinde önce ürküp korkulur, sonra nefret edilir hâle getirmiştir. Osmanlı Devleti, aslında bu nefretin kurbanı olmuştur. Genç Türkiye Cumhuriyeti ise, millî direnişin şiddeti ve dünya konjonktürü sebebiyle bir emrivaki olarak kabul edilmiştir. Millî ve üniter bir yapıya Batı tarafından âdeta istenmeyerek göz yumulmuştur. Ancak, bu durum geçicidir ve Türkiye’nin zayıflatılmasıyla değişikliğe uğratılması amacı terk edilmemiştir. Şimdi azınlıkların güçlendirilmesi, yeni azınlıklar icat edilmesi, bazı bölgelerimizin vatan topraklarından koparılması, Kıbrıs’ın terk edilmesi, Hristiyanlığın ülke üzerindeki etkisinin artırılması vb… bütün bunlar Avrupa’nın niyetlerini açıkça göstermektedir.

Şu hâlde, Türkiye ciddî tehdit ve tehlikelerle karşı karşıyadır. Bunların hepsi ya Batıdan gelmekte veya oradan destek görmektedir. Artık o noktaya gelinmiştir ki ufacık Güney Kıbrıs ve Ermenistan dahi, Türkiye’ye dayatma hevesine düşmüşlerdir. Tabiî bu dayatmaların arkasında, Hristiyanlıktan güç alınması ve Avrupa’nın, dayatma teşebbüslerine arka çıkması bulunmaktadır.

Tedbirlere gelince: Öncelikle topyekûn bir uyanışa ihtiyaç vardır. Milletimiz, üzerine serpilmiş ölü toprağını silkeleyip atmalı, yerinden doğrulmalı ve kimin malının kimlere peşkeş çekildiğinin hesabını sormalıdır. Bu davranış, ekonomik hürriyetimizi de beraberinde getirecektir. Borcu olanın boynunun da bükük olacağını unutmayalım. Her türlü fedakârlığa katlanarak dış borçlarımızı tamamen ödemeli, vergilerimizin dış borç faizlerine gitmesi gibi bir faciadan kurtulmalıyız. Böylece, baştaki iki aktörün, yani IMF ile Dünya Bankası’nın baskısını bertaraf edebiliriz. O zaman, siyasî alandaki itibarımız ve gücümüz de artacağı için, artık eskisi gibi dayatmalarla karşılaşmamız söz konusu olmayacaktır. Ekonomimizi dış etkilerden mümkün olduğunca koruyabilir ve bunu sağlayacak tedbirleri alabilirsek, halkımızın refah seviyesi yükselecek, kendisine olan özgüveni geri gelecektir. Yabancılar, diledikleri yerden diledikleri miktarda toprağımızı satın alamaz olacaklardır. Dağlarda terörist kalmayacaktır. Ayrılıkçılar sinecek ve seslerini kısacaklardır. Başlarındaki adam, konforlu meskenlerden alınıp normal cezaevlerine sevk edilecek, böylece terör örgütüne mesaj ve talimat göndermesi önlenecektir.

Bütün bu saydıklarımız, millî şuurun hâkim olmasına bağlıdır. Bu şuuru yitirmiş bir toplum her türlü felâkete müstahaktır. Esasen, Türkiye’ye dayatmaların temelinde de Avrupa’nın bu teşhisi yatmaktadır. Dayatmaların önlenmesi, şunun bunun insafına sığınarak değil, ancak kendi aslî benliğimize kavuşmakla mümkün olacaktır.

Gerisi hayâldir ve bizim hayâllerle avunulacak fazla zamanımız kalmamıştır.

 

Orkun'dan Seçmeler