Ana Sayfa 1998-2012 Hocam Kafesoğlu

Hocam Kafesoğlu

18 Ağustos 1984 günü kaybettiğimiz tanınmış tarihçimizi aradan 20 yıl geçmesine rağmen unutmamız mümkün değildir. Yokluğuna alışamadığımız ender insanların başında gelmektedir. Hoca rahmetli olduğunda 70 yaşında idi. Yaklaşık 50 yılını verdiği tarihçilik alanındaki kariyerinde, birikiminden ve tecrübesinden yeterince istifade edemeyişimiz en büyük üzüntümüzdür. Hoca gerçekten toplumumuzdaki nadir ve müstesna insanlardan biri idi.

Hayatı ve Şahsiyeti

Güney-batı Anadolu’da Burdur iline bağlı, Tefenni kasabasında h.1329 (1914 Ocak ayının 2. yarısı)’nda doğan Halil İbrahim’in babası Recep, anası Hatice adlarını taşır. Kasabanın bir semtini isimlendirecek kadar kalabalık “Kafesler” ailesinden Recep’in I. Cihan Savaşı’nda Erzurum cephesinde şehit düşmesi üzerine İbrahim, dedesi, herkesin “Koca-baba” dediği Hacı Mehmed Ağa’nın yanında Tefenni İlkokulu’nu bitirmiş (1926), sınıflarını hep birincilikle geçtiği için kendisini çok seven ve aziz hâtırası Kafesoğlu’nun gönlünde daima muhafaza edilen hocası M. Emin Beyin ısrarı ile, o tarihlerde bölgeye en yakın meslek okulu durumundaki İzmir Muallim Mektebi’ne gönderilmiştir. Vatanperver bir Türkçe hocasının yeni Türkiye sathına yayılacak genç öğretmen adaylarına tarihî Türk büyüklerinin adlarını vermesi ve Ziya Gökalp’tan manzumeler ezberletmesi neticesinde, ruhunda uyanan millet sevgisi ile, oradan mezun olduktan (1932) sonra Afyon vilâyetinde göreve başlayan ve ilk askerliği yıllarında çıkarılan Soyadı Kanunu (1934) gereğine uyarak, şüphesiz derin ilgi duyduğu Türk tarihinin tesiri ile önce eski Türk unvanı Tanju (doğrusu Tan-hu) tabirini soyadı seçmişken (ki böyle çeşitli soyadları almaları yüzünden ‘Kafesler” topluluğu 4’e bölünmüştür), bir müddet sonra doğum yerindeki resmî nüfus kayıtlarını dikkate alan mahkeme kararı ile gerçek aile ismi soyadı olarak tescil edilen İbrahim Kafesoğlu, 1936’da girdiği Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin Hungaroloji (Prof. L. Rasonyi), Ortaçağ Tarihi (Prof. Dr. F. Köprülü) ve Türk Dili (Prof. Dr. Abdülkadir İnan) bilim dallarından yüksek tahsilini tamamlamış (1940), aynı fakültede “İlmî yardımcı” iken çağrıldığı ikinci askerlik hizmetinden (1941-1943 Haziran) terhisini müteakip, Asya Türk tarih ve kültürü konularında doktora yapmak üzere, devlet hesabına, Budapeşte Üniversite’ne gönderilmiştir. II. Dünya Savaşı’nın iyice şiddetlendiği devreye rastlayan o sene, Macaristan’a yapılan aralıksız hava hücumları öğretimi felce uğrattığı için, A. Alföldi, Gy. Nemeth, L. Ligeti gibi ünlü Türkiyatçıların derslerine ancak iki sömestre (1943-1944 kışı) devam edebilen Kafesoğlu, hava bombardımanları, sokak çarpışmaları, açlık, aylarca ışıksız-susuz bodrumlarda oturmak vb. gibi muharebenin dehşet verici sahnelerini yaşadıktan ve şehri ele geçiren Rus kuvvetlerinin elinden birkaç kere, firar ederek kurtulduktan sonra 1945 Nisanı başında, Türk elçilik mensupları arasında, yurda dönmüştür.

Kısa bir müddet Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde çalışan İbrahim Kafesoğlu aynı yıl (1945) yaz aylarında eğitimcilerden merhum H. Ayverdi, Müzeler ve Eski Eserler genel müdürlerinden Dr. H. Zübeyir Koşay’ın yardımları ve ozamanki dekan rahmetli Ord. Prof. Dr. H. Ongunsu’nun iyi niyeti ile İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde Ortaçağ Tarihi asistanlığına tayin edildi. Kürsü başkanı merhum Prof. M.H. Yınanç daha çok Selçuklu devri ile meşgul olduğu için, Türk tarihinin İslâm devresi üzerinde çalışmak durumuna giren Kafesoğlu da “Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah” hakkında hazırladığı monografik tez ile “Doktor” payesini kazandı. (1949) ve sonra yine adı geçen kürsüde “Harezmşahlar Devleti Tarihi” adlı çalışması ile “Doçent” oldu “eylemlilik tarihi 1953 başları). Bu arada ilmî dergilere eser tanıtmaları ve İslâm Ansiklopedisine maddeler yazıyordu. 1957’de Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde tarih hocası olarak vazife alan ve 16 Kasım 1957’de üniversitenin açılış dersini veren Kafesoğlu 1959 Ekim ayında, aynı üniversiteye o sırada yürürlükteki Üniversiteler Kanunu’na uygun işlemler sonunda, fakat “ek görev” olarak Umumî Türk Tarih profesörü tayin edilmiş ise de, aslî vazifesinin devam ettiği İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde “kadro” yokluğu ileri sürülerek bu profesörlüğün İstanbul Üniversitesi için geçerli olmadığı beyan edildiğinden, Kafesoğlu, ancak Erzurum’dan döndükten sonra, aynı işlemler 2. defa tekrarlanarak, Edebiyat Fakültesi Umumî Türk Tarihi profesörlüğüne getirildi. (Yüksek tasdik tarihi, Nisan 1962). Kürsüde ord. Prof. Zeki Velidî Togan ile birlikte çalışan Kafesoğlu, adı geçen profesörün ölümünden (1970) itibaren, yaş haddi dolayısıyla emekliye ayrıldığı Ocak 1983’e kadar Umumî Türk Tarihi Kürsüsü başkanlığını yaptı. Bu esnada ilmî araştırmalarını İslâmiyetten önceki Türk kültür meseleleri üzerinde yoğunlaştırmış bulunuyordu. Zira, ona göre, Türk tarih ve medeniyetini bütün hâlinde kavrayabilmek için bu devrenin iyi bilinmesine kesin ihtiyaç vardı.

1958-1968 ve 1972 yıllarında incelemeler yapmak maksadıyla Fransa ve İngiltere’de: Paris, Londra, Oxford, Cambridge şehirlerine giden merhum hocam Kafesoğlu, 1956’da “Dünya Öğretmen Teşekkülleri Konfederasyonu”nun Frankfurt’daki kongresine katılmış ve 1965’te Danimarka’nın Helsingör şehrinde toplanan Avrupa Konseyi Devletlerinin “Orta dereceli okullarda tarih kitapları” seminerinde Türkiye’yi temsil etmiş, ayrıca 1974’te Sofya’da tertiplenen Türkiye-Bulgaristan kültür ilişkilerini tanzim heyetinde Millî Eğitim Bakanlığı adına hazır bulunmuştur. Ayrıca yurt içinde ve yurt dışında tertip edilen kongrelere orijinal tebliğlerle iştirak etmiştir.

Prof. Kafesoğlu, 1954-1955’lerde İstanbul Enstitüsü Tarih Bölümü Başkanı olmuş, Kültür Bakanlıklarının çeşitli devrelerinde “İstişare Kurulu” üyeliği yapmış, “1000 Temel Eser” heyetinde vazife almış, 1962-1967 ve 1977-1981 seneleri arasında İslâm Ansiklopedisi redaksiyon heyeti üyesi sıfatıyla çalışmış, 1967-1968 yıllarında da, ek görev olarak, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu müdürlüğünü üstlenmiş; Türkiyat, İslâm Tetkikleri, Şarkiyat, Tarih Araştırmaları, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüleri ve 198 ’ten itibaren de Türk Tarih Kurumu üyeliklerinde bulunmuştur.

İngilizce, Fransızca, Almanca, Macarca, Arap ve Fars dillerine vâkıf olan Kafesoğlu’nun tercüme ve te’lif kitapları dışında Türkiyat Mecmuası, İslâm Ansiklopedisi, Tarih Dergisi, Tarih Enstitüsü Dergisi, Cultura Turcica, Türk Kültürü Araştırmaları, İstanbul Enstitüsü Dergisi, Belleten, Bilgi, Türk Yurdu, İstanbul, Millî Işık, Boğaziçi ve bilhassa Türk Kültürü dergilerinde ve diğer çeşitli mecmua ve gazetelerde (Tercüman, Yeni Düşünce) kültür ve milliyetçilik konusunda birçok yazısı yayınlanmış, bunlar arasında bazı kitap ve makaleleri yabancı dillere çevrilmiştir.

Meslekî çalışmaları dışında sosyal sahada da faaliyet göstermiş olan Kafesoğlu, Türkiye Muallimler Birliği Başkanlığı (1956-1957), Milliyetçi Öğretmenler Sendikası Genel Başkanlığı (1964-1968), İstanbul Milliyetçi Öğretmenler Birliği Başkanlığı (1964-1970) yapmış; İstanbul (eski Halkevinde, Türkiye Muallimler Birliği’nde, Milliyetçi Öğretmenler Birliği’nde, Kültür Ocağı’nda, Aydınlar Ocağı’nda, Kubbealtı’nda, Türk Edebiyatı Vakfı’nda, Yüksek Öğretmen Okulu’nda ve diğer bazı yüksek okullarda da) ve Türkiye’nin muhtelif il ve ilçelerinde (Edirne, Kırklareli, Bursa, Babaeski, Tekirdağ, Konya, Erzurum, Ankara, Adapazarı ve Van) ilmî ve halk için Türk kültür ve medeniyeti konularında konferanslar vermiş; Sultanahmet ve Taksim meydanlarında halka açık konuşmalar yapmış; 1967’de (10-11 Şubat) İstanbul’da toplanan ve yurttaki bütün milliyetçi kuruluşlar temsilcilerinin katıldığı I. Milliyetçiler Büyük Kurultayı’na başkanlık etmiş, 1969’da (9-10 Mayıs) yine İstanbul’da düzenlenen ve 70 civarında tanınmış ilim ve fikir adamının çeşitli konulardaki tebliğleri ile iştirak ettikleri “Milliyetçiler İlmî Semineri”ni yürütmüştür. Bunlara ilâveten YAYKUR münasebetiyle 12 televizyon ve 9 radyo konuşması yapmıştır. Kafesoğlu, aynı zamanda çağdaş Türk milliyetçilik hareketinin destekleyicisi bir kuruluş olarak memleketimizde önemli işler başardığı bilinen “Aydınlar Ocağı”nın kurucu üyesi ve ilk başkanıdır (1970-1974).

Bu sosyal ve kültürel faaliyetlerinden dolayı Prof. Kafesoğlu, Aydınlar Ocağı’nın Sheraton Oteli salonlarında tertiplediği özel bir törende, kendisine “Üstün Hizmet Armağanı” sunulmak suretiyle taltif edilmiştir. Bu törende gerek Ocak Başkanı Sayın Prof. Dr. Salih Tuğ tarafından yapılan konuşma, gerek “İbrahim Kafesoğlu, bugüne kadar gelip geçmiş bilginler arasında belki de, Türklüğü, bilhassa eski kültür ve medeniyetimizi en iyi bilen Türk”tür diyerek sözlerine başlayan Prof. M. Ergin’in Kafesoğlu’nu, milliyetçilik fikriyatını işlemek açısından ancak Ziya Gökalp ile, ilmî çalışmalar bakımından da Prof. F. Köprülü ile karşılaştırılabilecek değerde bulunduğunu beyan etmesi, takdir duygularının izharına yol açmıştır (6 Şubat 1982).

Daha önceki bir tarihte de (1978 Mayıs) İstanbul Sheraton Oteli’nde, Türkiye Millî Kültür Vakfı’nca tertiplenen yine müzikli bir toplantıda, Prof. Kafesoğlu’na, yazdığı “Türk Millî Kültürü” adlı ilmî eseri dolayısıyla Vakfın “Büyük Armağanı” verilmiştir.

37 yılı Edebiyat Fakültesi’nde geçmek üzere 40 yılı aşkın meslek hayatının sonunda 1983 yılı başında emekliye ayrılan Prof. Kafesoğlu için düzenlenen törenlerin en ihtişamlısı, şüphesiz, Fakültenin 5 numaralı geniş anfisinde, bütün eski ve yeni talebelerinin iştirakleri ile yapılanıydı. Hocanın 20 senelik mesai arkadaşı ve aynı zamanda talebesi Prof. Mustafa Kafalı’nın içten bir konuşması ile açılan bu toplantıda, başta Umumî Türk Tarihi Kürsüsü öğretim üyeleri (Kafesoğlu’nun eski talebeleri) olmak üzere, hal-i hazır öğrenciler, her sınıf ayrı ayrı şükranlarını bildirdikleri Hocalarına çok değerli ve hepsi de ithafiyeli hâtıra hediyeler sundular.

Emekliliği münasebetiyle (1983 başı) Tarih Bölümü adına hocaya Prof. Dr. Mübahat Kütükoğlu tarafından bir plaket de takdim edilmiştir.

Ayrıca Boğaziçi Yayınevi tarafından 25.2.1984 günü Pera Palas Oteli salonunda, kalabalık ve seçkin bir davetli kütlesi huzurunda yapılan bir törenle Prof. Kafesoğlu’na 1983 yılı “Kültür Büyük Ödülü” sunulmuştur. Törende Prof. Süleyman Yalçın, Kafesoğlu’nun Türk tarih ve kültürüne yaptığı hizmetlerin önemini belirtmiş ve Hocanın toplumumuzdaki nadir ve müstesna insanlardan biri olduğunu ifade etmiştir. Daha sonra Kafesoğlu’na mükâfat plaketini takdim eden Prof. Tahsin Banguoğlu konuşmasının başında şunları söylemiştir: “Kafesoğlu’nun eserlerini sayıp dökmek mümkün değildir. Ama bir şaheseri vardır. Türk Millî Kültürü isimli, son neşrettiği kitap. Bu kitap Türk tarihine ışık tutmuş; Türk tarihinin ne kadar derinlerden geldiğini ve nasıl bir medeniyet getirdiğini göstermiştir.”

•••

Kafesoğlu Hoca kalbinde yaşattığı vatan ve millet sevgisini yetiştirdiği binlerce öğrencisine aşılayan ve kaleme aldığı yazılarında Türklük sevgisini işleyen ender kişilerden biri olarak temayüz etmiştir. Nitekim ele aldığı konuları “his” ederek yazar, ama bunun yanında da asla “hisli” olarak kalem oynatmazdı. Tarihî gerçekler ne ise aynen verilmesini isterdi ve “Tarih tekerrür etmeyeceğine” göre, geçmiş olaylar hakkında ne yerinmemiz ne de gocunmamız gerekir derdi. Bunun yanında, bazen o an vesika bulamadığı bir konuda tahminî olarak yazdığı bazı meselelerin daha sonra temin ettiği kaynak mahiyetindeki eserlerde, kendi fikrini teyid edici notları bulması, hocayı çocuklar gibi sevindirir “demek ki yanılmamışım” derdi. Buna mukabil, daha önceki tahmin ettiği hususların doğru çıkmaması hâlinde ise, ilk görüşünde ısrar etmez ve “vaktiyle böyle düşünmüştüm ama doğrusu bu şekildeymiş” demek suretiyle açık yüreklilik göstermekten kaçınmazdı. Bununla beraber, her zaman rahmetle andığı hocası tanınmış Türkolog F. Köprülü’den naklen, talebelerine “bir tarihçi olarak, sonucunu bilmediğiniz bir konuda kesin konuşmayın ve yazmayın” tavsiyesinde bulunurdu. Ancak, bu gibi hallerde cümlelerinizin sonunu şu şekilde bağlayabilirsiniz derdi: “Tahmin edilmektedir”, “söylenmektedir”, “görülmektedir”, “ileri sürülmektedir” gibi. Bu şekilde sorumluluğu hem sizden önce yazana bırakmış olursunuz, hem de bir noktada iştirak etmiş hissini vermiş bulunursunuz derdi.

Hoca, kendisine tevdi edilen vazifeleri ciddiyetle ele alır ve zamanında yerine getirirdi. Şimdiye kadar hiçbir dersini kaçırmadığına şahit olduğum hoca, bu yönleri ile de bizlere örnek olmuştur. Hattâ 12 Eylül 1980 öncesinin o tehlikeli günlerinde dahi derslerine devam eden birkaç kişiden biri idi.

Hoca, sadece ilim adamı olarak değil, aynı zamanda değerli görüşleri ile Türk fikir hayatına yön vermiş müstesna bir şahsiyet idi. Türk milletinin lâyık olduğu şanlı ve şerefli mevkie yükselmesi hususunda elinden gelen her gayreti gösterir, hattâ müstakbel tehlikeleri zaman zaman devleti yöneten idarecilere ve umumî efkâra bildirerek üzerine düşen vazifeyi yerine getirirdi. “Vatan, millet, devlet” üçgeni üzerine âdeta titreyen hoca, hak bildiği yoldan asla ayrılmamış ve hiçbir zaman bu millî dâvalarda taviz vermemiştir.

•••

Rahmetli hocam, sohbetlerinde, konferanslarında veya derslerinde ele aldığı mevzuyu en ince noktasına kadar anlatır, sorulan sualleri de en iyi şekilde cevaplandırırdı. Hemen herkesin ifade ettiği gibi, hocanın derslerinde heyecanlanmamak ve o eski tarihî günlerin haşmetini hissetmemek mümkün değildi.

Hocanın en büyük zevki çalışmak idi. Çalışınca kendimi çok daha dinlenmiş hissediyorum derdi. Hasta yatağında dahi kendisini bir şeyler okurken görmek mümkün idi. Hoca, tarih ilminin ilk adımı sayılan çok iyi bir “bibliyografya” bilgisine sahipti. Bunun için yurt içinde ve yurt dışında neşredilen yayınları günü gününe takip eder ve bunlardan faydalanırdı. Mesleğinde otoriter bir ilim adamı olarak tanınması bu bibliyografya bilgisinden ileri geliyordu. Ayrıca tarihimizin ve kültürümüzün bilinmeyen ve yanlış anlaşılan noktalarını belgelere dayandırarak açıklığa kavuşturması Kafesoğlu’nun Türk töresini, devlet kuruculuğunu bilmesine bağlı idi.

Hoca, bir cümle kurabilmek için konuşmadan önce iyi düşünmek gerektiğini ihtar eder ve bu hususiyeti ile diğer dillerden ayrılan Türkçeyi daima özne+nesne+fiil tertibi ile çok iyi kullanmasını bilirdi. Bu özelliği dolayısıyla da fikirlerini usta bir dilci gibi ifade eder, okuyucuyu da sıkmazdı.

Kafesoğlu’nun insanlık âleminin yarısından fazlasını demir kıskacı içinde kıvrandıran, hak ve adalet mefhumlarını yok eden, toplumların istiklâl gibi ulvî bir idrakini ortadan kaldıran “komünist” rejimin çöktüğünü duymak ve bunun en büyük tatbikçisi Sovyet imparatorluğunun da parçalanmasını görmek, hayatta Tanrı’dan istediği en büyük dileği idi. Rus ayısının burnu kırılmadan, dünyanın rahata kavuşmayacağını sık sık ifade ederdi. Hoca, Orta Asya’da Rus mezalimi altında inleyen Türklerin, kurtulmak için ellerine iki büyük fırsatın (biri 1917’de Çarlık rejimini deviren Bolşevik ihtilâlindeki karışıklık devresi, diğeri Rusya’nın II. Dünya Savaşı sırasında bozguna uğradığı yıllar) geçtiğini söyler ve bu durumlardan istifade edilmemesinden dolayı da üzüntülerini dile getirirdi.

Hoca “bir milletin kalkınması için iktisadî, malî, teknik vb. meseleler ne kadar önemliyse, aynı ölçüde de kültür mevzularına ağırlık verilmesi gerekir” der ve devamla ”Cumhuriyet tarihimizde iş başına gelen hükûmetler bu konulara maalesef lâyıkıyla eğilmediler, ihmal ettiler, hâlâ da ediyorlar” diyerek kızgınlığını gizleyemezdi. Rahmetli hocaya hak vermemek mümkün mü?

Hoca, bunun yanında Türk milletinin menfaati için çalışır görünüp de esasında bozguncuların gizli hâmiliğini yapan sözde milliyetçi geçinenlere de çok kızardı. Nitekim her yıl İstanbul’da tekrarlanan güya Türk kültürünü tanıtmak maksadıyla milyonlar harcanarak yapılan aslında “demir perde” ülkelerinin bir nevi propagandası niteliğinde sergilenen sözüm ona bir “festival”in kurucusu, destekleyicisi, organizatörü vb. durumundaki şahısların milliyetçi kisvesi altında görünmelerine tahammül edemiyordu. Hattâ ölümünden 15 gün önce yine bu konuya temas ederek bunların gerçek çehresini ortaya çıkarmazsam bana da Kafesoğlu demesinler demişti. Hoca, bunlar için yazacağı yazının da başlığını şu şekilde tesbit etmiş idi: “Kültür Fareleri”. Ne yazık ki, kültürümüzü kemirenler için yazacağı yazıya fırsat bulamadı.

Hoca, ayrıca bu millete gönül veren ve vatanını her şeyin üstünde gören milliyetçilerin “tek bayrak” altında toplanmamalarına kahrolur ve bu dağınıklığın cezasını da milletin çektiğini üzüntü ile ifade ederdi.

Kafesoğlu’nun son günlerde gerçekleştirmeye gayret ettiği diğer bir konu da “Vakıflar Meselesi” idi. Bilhassa İstanbul’da hayır işleri ile meşgul birçok vakfın bulunduğunu hatırlatan hoca, ana gayeleri bir olmakla beraber, dağınık bir şekilde hareket eden bu müesseselerin belli noktalarda işbirliği etmemelerine üzülür, bundan da ülke ve milletin zarar gördüğünü, göreceğini belirtirdi. Hocanın düşüncesine göre, öyle bir merkezîleşme olmalı ki, cami, okul, medrese vb. yaptıran vakıf ayrı, talebe okutan ayrı, burs veren ayrı, ilmî eserler bastırıp yayınlayan ayrı işleri yüklensin ve bu vakıflar da ülkemiz üzerinde dolaşan komünizm bulutlarının bertaraf edilmesi için her şeyden önce gençlerin şuurlu bir şekilde yetiştirilmesine öncülük etsin. Hoca bunların gerçekleşmemesi hâlinde, Allah göstermesin yurdumuzun bir komünizm tehlikesi karşısında mevcut milyarların hiç bir işe yaramayacağı kanaatinde idi.

Kafesoğlu hoca, Tefenni’nin “tütüncüler” ailesinden Müzeyyen Hanım ile evlenmiş ve 2’si kız 1’i oğlan 3 evlât sahibi olmuştur: Cumhur, Gülnur, Celâleddin.

İlmî Hüviyeti

İlmî hayatına daha asistanlık görevine başlamadan adım atan Kafesoğlu, yazdığı kitap ve makalelerinde Türk tarihinin bilinmeyen meselelerini ele almış idi. Türk tarih ve kültürünün iyi anlaşılması için, araştırıcıların tarihimizi bir bütün olarak değerlendirmesini isterdi. Bu şekilde hareket edilmediği takdirde, çok önemli konularda eksik ve hatalı sonuçların ortaya çıktığına dikkati çeken hoca, Türk tarihinin Osmanlı devresi ile meşgul olanların Selçuklu ve İslâm öncesi Türk tarih ve kültürünü de iyi bilmesi gerektiğine inanır, keza tarihimizin başlangıç kısmı üzerinde çalışanların da bilhassa kültür mevzularında günümüze kadar meseleleri birbirine bağlayarak getirmesini arzu ederdi.

Mesleğinin ilk 15 yılını Selçuklu devri Türk tarihi meselelerine hasreden Kafesoğlu, ömrünün son 25 yılından fazlasını, talebeliğinden beri büyük merak duyduğu İslâmiyet öncesi Türk tarih ve kültürü mevzularına vermiştir. Ele aldığı konuları eldeki mevcut kaynakların da yardımıyla bir terkib süzgecinden geçirerek değerlendirirdi. Bu itibarla Türk tarihinin ana meseleleri üzerindeki konuları gece-gündüz demeden bir mimar dehası ile işleye-işleye sağlam temeller üzerine inşa etmeye muvaffak olmuştur. Bundan sonra araştırıcılara düşecek görev, kurulan bu binanın eksik görülen taraflarını ikmal etmeğe çalışmak olmalıdır.

Türk millî kültürünün yorulmaz araştırıcısı olarak ve kendi sahasında Türk milletine karşı yapılan haksızlıkları tek tek çürütmesi ile tanınan Kafesoğlu’na göre, tarih en büyük ilimdi ve kültürün temel taşı kabul edilen “dil, din, edebiyat, sanat, musiki vb.” de bilhassa “kültür tarihi”nin mevzularını teşkil etmekte idi. Bu noktadan hareketle çalışmalarını “kültür tarihi” konularına ayıran Kafesoğlu’nun bu vasfını sevgili dostu Prof. Dr. Muharrem Ergin bir yazısında şöyle tanıtmakta idi: “Kafesoğlu Türk tarihini didik didik ederek mesaisini Türk milletinin emrine vermiş ve bunun neticesinde Türk milletinin kültür karakterini, bu kültürün özünü ve yapısını, Türk devlet ve cemiyet hayatının hususiyetlerini, teşkilâtını ve kanunlarını bütünüyle bir büyük sistem hâlinde ortaya çıkarmıştır. Prof. Kafesoğlu’nun tarihten kalkıp kültürde karar kılan bu çetin ilmî mücadelesi, onun kültür ve tefekkür cephesi, tarihçiliğinin de önüne geçmiştir denilebilir. Dolayısıyla onun büyük tarihçi Kafesoğlu, neticede ondan daha büyük mütefekkir ve kültür adamı Kafesoğlu olmuştur ki, kendisinin emsali ilim adamlarına üstünlüğü de bilhassa bu noktadadır. Onun şöhretine şöhret katan, onu Türk âleminin bütün istiklâlini kavrayan büyük Türklük mücahidi yapan da yine asıl bu noktadır.”

Nitekim rahmetli Kafesoğlu da yazdığı “Türk Millî Kültürü” adlı eserinin önsözünde Türk kültür tarihine verdiği önemi şöyle dile getirmiş idi: “Asya bozkırlarında gelişen Türk kültürünü çeşitli cepheleri ile belirtmeye çalıştık. Kültür unsurlarının da zamanın ve çevrenin şartlarına uygun bazı değişiklikler gösterdiği, fakat ana vasıflarını daima koruduğu gerçeğinden hareket ederek yaptığımız iş, bütün yönleri ile Türk milletince ortaya konup geliştirilmiş kültürün çatısını kurmak ve onun yüzyıllarca karakterini muhafaza eden özelliklerini tesbit etmek gayretinden ibarettir.”

Kafesoğlu, aş.yk. 4000 yıllık bir millet olarak kendimize has bir millî kültürümüzün bulunduğu ve “tarihîlik” vasfı ile de diğer milletlerin kültürlerinden üstün bir hüviyete sahip olduğu fikrinde idi. Bu noktadan hareket ederek hocanın Türk ilmine verdiği emeklerden bazılarını şöyle özetlemek mümkündür:

• Doğu Anadolu’ya 1015-1021 yılları arasında vuku bulan ilk Selçuklu akınını ispat etmiş;

• Moğolların Türk oldukları iddiasını çürütmüş;

• İlk defa derli toplu bir Selçuklular ile Harezmşahlar devleti tarihini ortaya çıkarmış;

• XII. asra kadar Türklerin İstanbul muharasalarını tesbit etmiş;

• “Türk” ve “Türkmen” adının mânâsını, mahiyetini belirtmiş;

• Türk kültürü içerisinde “adalet” ve “kanun” mevzularını aydınlatması bakımından elimizde mevcut en kıymetli kaynak durumunda bulunan ve İslâm medeniyeti çerçevesindeki Türk topluluklarının siyasî-içtimaî bünyesini gözler önüne seren ve eski Türk geleneklerini de belirlemesi bakımından çok mühim bir devrin “aynası” olarak kabul edilen Yusuf Has Hacib’in “Kutadgu-Bilig” adlı eserini en mükemmel şekilde değerlendirmiş;

• Selçuklu çağındaki İzmir Türk Beyinin adının “Çaka” değil de “Çakan” olması gerektiğini belirtmiş;

• Anadolu Selçuklu Devletinin hangi tarihte kurulduğu keşmekeşine son vererek doğrusunu göstermiş;

• Cumhurbaşkanlığı forsunda 16 yıldız ile simgelenen Türk devlet sayısının ve amblemlerinin eksik, hatalı ve yanlış olduğunu her yerde haykırmış;

• Atatürk ilkelerini tarihî temeller üzerine oturtmuş;

• Yanlış kullanılan kültür kelimelerinden bazılarının (ulus, yasa, kurultay vb.) Türkçe olmadıklarını göstermiş;

• Batılılardan aynen aldığımız “Çağ sisteminin” (İlkçağ, Ortaçağ, Yeniçay ve Sonçağ) Türk tarihine uymadığını izah ederek, üniversitelerimizde hâlen de tatbik edilen eğitim ve öğretimin yanlış olduğunu ikaz etmiş ve tarih öğretiminde yeni bir plân teklif etmiştir.

Kafesoğlu hoca, şimdiye kadar doğru olarak bilinen “eski Türklerin dini Şamanizm” fikrinin yanlışlığını göstermiş ve eski Türklerin “Gök Tanrı” itikadında olduklarını, kaynak eserlere dayanmak suretiyle açıklığa kavuşturmuş; buna paralel olarak eski Türk Gök Tanrı inancı ile İslâm’ın ilâhî itikadları arasındaki benzerlikleri tek tek tesbit etmiştir (Türk-İslâm Sentezi).

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bu bölümde, yalnız rahmetli hocanın kültür konularını ihtiva eden makalelerinden, önemli gördüğümüz mevzularda, daha çok hocanın sözlerini aktarmak suretiyle, fikrî sahada da ne kadar derin düşünceli ve geleceğe ışık tutacak kadar ileri görüşlü olduğunu hatırlatmak istedik. Hocam, 40 yıllık meslek hayatında Türk kültürünün ortaya çıkması için gece-gündüz demeden çalışmış, daha doğrusu kültürümüzün hamallığını, kalfalığını, ustalığını yapmış, son yazdığı hazine değerindeki “Türk Millî Kültürü” adlı eseri ile Türk kültürünün mimarı durumuna yükselmiştir.

Ülkemizde eski Yunan-Roma kalıntıları üzerinde çalışanlar, menşeimizi Hitit, Urartu vb. bağlayanlar, devleti temsil edenler tarafından “ödül”lendirilirken; Türk kültürü için çalışan, Türklüğü ile övünen böyle âlim bir Hocanın, sağlığında devletin hiçbir resmî kuruluşu tarafından hatırlanmaması ne kadar acı değil mi? Aslında milletin gönlünde yer tutmak mükâfatların en büyüğüdür. Emin olun Hocam, canınızdan çok sevdiğiniz yüce Türk milleti sizi yaptığınız hizmetlerden dolayı hiçbir zaman unutmayacaktır. Bu millet kendisine hizmet edeni daima şükran duygularıyla hatırlar ve yaşatır.

Allah rahmet eylesin.

 

Orkun'dan Seçmeler