PARMAKLA sayılacak kadar az kalan ve bugün hayatta olan, kimi şehit, kimi gazi olarak bu mübarek vatan topraklarında sessizce yatan, Anadolu savaşının isimli, isimsiz kahramanları Türk Cumhuriyeti’ni kurarken istiklâl ve hürriyeti seçip bir yemin ettiler.
Bu yemin Balkan dağlarından Azerbaycan’a, Karadenizden Akdenize kadar Yunus’un çilesi, Pir Sultan Abdal’ın sazı, Karacaoğlan’ın aşkı, Bektaş Velî’nin sözü gibi dillerde gönüllerde dolandı durdu.
Bir yemin ettiler Allahuekber dağlarında, Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da atadan, babadan, anadan, yardan geçtiler. Yeminlerini tuttular, zafere koştular yalın ayak.
Bu yemin üzerine cumhuriyeti ve onun tüm müesseselerini kurdular. Millî iktisat sistemimizi, millî sanayimizi, millî tarım düzenimizi, millî kültürümüzü, millî tarihimizi ve şuurumuzu, millî eğitimimizi, hâsılı tepeden tırnağa herşeyimizi Türk için, Türk gibi, Türk tarafından, Türk’e göre yerli ve millî kaynaklarımız değerlendirilerek, yabancılara el açmadan ve bir kuruş dış borç almadan, üstelik Osmanlı Devleti’nden kalan borçları da temizlemek kaydıyla yeniden düzenlediler. Şaheser Türk, dünyanın orta yerinde hattâ en güzel yerinde düşmanlarının ve diğerlerinin şaşkın ve kıskançlık dolu bakışları altında hârikalar yaratıyor, yeminini tutuyordu.
İşte bu, Türk tarihinde şimdiye kadar hiç görülmemiş en geniş halk cephesi hareketi idi. İçimizdeki, dışımızdaki bütün düşmanlar temizlenmiş ve büyük millî kalkınma projeleri başlamış, hattâ bazıları bitirilerek üretim, sanayi ve dış satım ile ülke ve millet zenginleşmeye başlamıştı. Ama düşmanlar (şimdi bunlara dış güçler deniyor) bu şahesere karşı önceleri gizliden ve usul usul, yakın zamanımızda ve şimdilerde en açık bir biçimde kendi ortaklarını ve işbirlikçilerini yani halk düşmanlarını, malûm satılmış mütareke basını kalemleri ile her iki üç yılda bir yapılan seçimlerden önce allayıp pullayıp halkın önüne baklava börek gibi sunup, ekseriyetsiz çoğunlukla iktidara getirdikten sonra ve küreselleşme, liberal ekonomi, enflâsyon, menflasyon, konsolidasyon, serbest piyasa gibi lâflarla, yok topluma kazandırma, yok Avrupa Birliği, yok bilmem ne kriterleri gibi ülkemizi ve milletimizi iktisaden perişan edecek olan, siyasî olarak da bölmeye yarayan ve halkımızın kafasını karıştıran kavramlar ile bitmez tükenmez arsızca davranışlarını sergiliyorlar.
Merkeple beygiri birbirine karıştıran işbirlikçi iktidar sahipleri ise, hem iç işlerinde hem de dış işlerinde her seferinde “bütün bunları değerlendiriyoruz, siz merak etmeyin” gibi garip ve anlaşılmaz beyanları ile suçüstü yakalanarak gaflet ve hattâ hıyanetlerini çok açık bir şekilde gösteriyorlar. Her hareketleri, her söyledikleri, her düğünleri ve karılarının başlarındaki ne olduğu belirsiz garip örtüyle yat gezmeleri, Müslüman düğününde Katolik ve Haçlı şahit ve ortakları ve Kasımpaşalı edasıyla millete dayı dayı nasıl tepeden baktıkları yetmiyormuş gibi yoksul köylümüze “senin gözünü toprak doyursun” aç ve sefil bıraktıkları işçi esnaf ve memurumuza “meydanlara dökülürseniz dökülün, bana ne” mealindeki söylemleri ve daha binlerce buna benzer konuşmaları bu durumlarını o kadar net bir şekilde tesbit ediyor ki.
Bir sene önce çay, simit, kuru ekmek edebiyatı yaparak ekseriyetsiz çoğunlukla iktidar sahibi olanların İsviçre Alplerindeki safahatlarını, yatlardaki görkemli gezilerini, trilyonluk düğünlerini bu millet hayret ve ibretle şimdilik sakince ve sessizce izliyor. Ve dedelerinin ettiği yemini hiç aklından çıkarmıyor.
Bu iktidar sahipleri ve onların uşaklık için imzaladıkları bilmem kaç tane uyum paketi çok şükür ki bize bu millî yeminimizi hatırlattı.
Yunanlı Lefteridis’e, İtalyan Berlusconi’ye, Alman, Rus, Amerikalı bilmem kime ve onların komisyoncusu işbirlikçi iktidar sahiplerine peşkeş çekilen, çekilmekte olan devletin ve milletin mallarını geri almak ve bunları önlemek için, Türk dili ve kültürünü yabancı dil ve kültürlerden kurtarmak için, yani yeniden Efes’e Selçuk, Kapadokya’ya Göreme demek için, yer altı ve yer üstü zenginliklerimizi düşman yağmasından kurtarmak ve millîleştirmek için, millî sanayimizi ve millî üretimimizi artırıp yükseltmek için, Türk millî şuur ve karakterini millî eğitimimiz ile Türk gençlerine yeniden verebilmek için, devletimizin ekonomik faaliyetlerini ele güne avuç açarak değil üretime, modernizasyona, kaliteye, bilgi ve bilime dayalı yerli kaynaklı millî iktisadî politikalarla yüceltmek için, hattâ ordumuzu millî harp ve savunma sanayii ile kimsenin ukalâca lâflar edemeyeceği, ederse cevabını en sert şekilde alacağı bir hâle getirmek için ve sömürülerek tüketilen bütün halklara örnek olmak için, Kıbrıs’ın tümünü anavatana bağlamak için, zalimlerin elinde ezilen bütün Türk halkları için, yeniden ama yeniden bir HALK CEPHESİ HAREKETİ Türkiyemizde şarttır. Ve bu da çözümdür.
Bunun için de yeniden ama yeniden MİLLÎ YEMİNİMİZİ edelim ve bir daha hiç unutmayalım. Tıpkı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve ülküdaşları gibi.
Tanrı Türk’ü Korusun.