Ana Sayfa 1998-2012 Kuvay-ı Milliye (Millî Kuvvetler)

Kuvay-ı Milliye (Millî Kuvvetler)

“KUVAY-I Milliye” yani “Millî Kuvvetler” Türk Cumhuriyetini kuran Türk Milletinin öz gücüdür. “Kuvay-ı Milliye” cumhuriyet öncesi düşmanın vatanımıza saldırması sonucunda Türk milletinin sinesinden doğmuştur. Bugün de, 2003 koşullarında ise vatanımıza örtülü saldırı yapılmaktadır. ”Kuvay-ı Milliye” ruhu aynı milletten, aynı topraklarda, aynı güç ile Cumhuriyeti korumak, milletin bölünmesini önlemek için yeniden bu kez fikir alanında doğuyor.

Türk milleti bağımsızlığını, bölünmez bütünlüğünü, ekonomik yapısını, askerî varlığını ve kültürel hayatını hedef alan batı merkezli şeytanî plânlara ve tuzaklara 30 Ağustos 1922’de Kurtuluş Savaşı’nda kazandığı askerî zaferiyle gereken cevabı düşmana anladığı dilden vermişti. Türk milletinin bu büyük mücadelesindeki ortak gücünün adı da “KUVAY-I MİLLİYE” olmuştu. Bu millî zemin, eşikten beşiğe kadar tüm milletin ortak gücünün adıdır.

“Kuvay-ı Milliye” İngiliz ordusu subaylarının 8 Kasım 1918’de Bahriye ve Harbiye nezaretlerinde görev yapmaları ile başlayan, Yunanistan’ın 15 Mayıs 1919’da İzmir ve çevresini işgale başlamasıyla devam eden saldırıya karşı göğsünü geren millî devin adıdır. Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN Samsun’a çıkışı da İzmir’in işgalinden dört gün sonra 19 Mayıs 1919’dur. Türk milletinin içindeki devi uyandıran bir “Kuvay-ı Milliye” aydınının “Ses” gazetesinde millete seslenişidir. Balıkesir’de Hasan Bahri Bey (Çantay) 17 Ekim 1918 ile 13 Mart 1919 tarihleri arasında “SES” adlı bir gazete çıkarır. Devi uyandıran işte bu gazetenin millete ulaşan sesidir.

“SES” gazetesinin ilk sayısında millî şairimiz Mehmet Âkif (ERSOY) Türk milletine şöyle seslenir:

DÜŞMAN SESİ DUYMAK İSTEMEZSEN

KARDEŞ SESİDİR, UYAN BU SESTEN

KALKINCA GÖRÜR Kİ AKŞAM OLMUŞ

VAKTİYLE UYANMAYAN BU SESTEN

Vatanseverler sesi duyar ve bütün yurtta teşkilâtlanırlar:

1 Aralık 1918 Edirne’de Trakya ve Paşaeli Müdafaa-i Hukuk,

4 Aralık 1918 İstanbul’da Doğu İlleri Müdafaa-i Hukuk,

14 Aralık 1918 İzmir’de Müdafaa-i Hukuk… böyle altmışa yakın millî güç birliği teşkilâtı yurdun her yerinde kurulur. Bu millî güç birliğinin adı giderek “Kuvay-ı Milliye” olarak anılacaktır.

İşbirlikçi de boş durmaz “Mavrimira”, “Pontus”, “Kürd Teali Cemiyeti”, “Teali-i İslâm Cemiyeti”, “İngiliz Muhipleri Cemiyeti”, “Wilson Prensipleri Cemiyeti”ni kurarlar. Bu gibi kökü ve yönetimi dışarıda olan ihanet yuvalarını kurarak vatanın işgaline içerden yardım ederler.

Türk milleti bugün içinde yaşadığımız, batı tarafından Türkiye’ye AB yoluyla başta Kıbrıs, Ege denizi, Patrikhane, Ermeni kararı…. gibi dayatmalara göğüs germekte, AB Uyum Yasaları ile Türk Devleti’nin içi boşaltılıp egemenlik hakları elinden alınmak istenmekte, ekonomik kuşatma ve çökertme ile de millet borçlandırılıp ezilmektedir. Kısacası 2003 yılının bu ağır şartlarında Türk milleti yine batının şeytani plân ve tuzaklarına, siyasî, ekonomik, askerî, kültürel saldırılarına karşı 1920’lerde olduğu gibi “KUVAY-I MİLLİYE” zemininde azimle ve kararlılıkla bir kez daha karşı koyuyor.

Türk milletinden haykıran ses yine o ses; Tek Dil, Tek Bayrak, Tek Millet, Tek Devlet.

30 Ağustos 2003’de İstanbul Tepe başında “Kuvay-ı Milliye” çizgisindeki Türk gençliği tek yürek, tek yumruk olup tekil (üniter) Türk Cumhuriyeti’ni bağımsız Türk Devleti’ni sonsuza kadar korumak yolunda meydanlarda “ya istiklâl ya ölüm” yemini ettiler. İşbirlikçi, bu birlikten çok rahatsız oldu.

6 Eylül 2003’de Ankara’da toplanan “TEK DİL, TEK BAYRAK , TEK MİLLET, TEK DEVLET” kurultayında da aynı ses bir kez daha haykırıldı. Dünün silâhlı “Kuvay-ı Milliye” mücadelesinin bugün fikir ortamında olduğunu kavramış ve anlamış olan Türk aydını fikir zemininde güç birliği yapıyor. Silâhların yerini kalemlerin aldığı bu devirde Türk aydını üzerine düşeni, kendine yakışanı en iyi şekilde yapacaktır. Türk aydını Türkiye’nin ekonomik, siyasal, kültürel ve askerî sıkıntılarına çözüm üretmeye mecburdur. Dünün “Kuvay-ı Milliye” şehitlerinin, gazilerinin ve bugün daha doğmamış çocuklarımızın günümüz millî aydınına yüklediği ve onun da yapmaya mecbur olduğu millî görev, ülkenin, içinde bulunduğu durumdan çıkarılmasıdır. Amaç, Türk milletinin mutluluğunu ve zenginliğini hedef alan güçlü Türkiye’dir.

Millî Türk aydını, millî konuları çözmek için içinde bulunduğu olumsuz şartları gerekçe gösterme lüksüne sahip değildir. Çünkü o bilir ki: Çanakkale Savaşı’nda Ezineli Yahya Çavuş 26.Alaya bağlı 66 yiğit askeriyle Seddülbahir (Hisartepe) de mevzilenip Ertuğrul koyunu savunmak için karşısındaki zırhlıların ateş desteğindeki 3 tümen ve 1 alaydan oluşan saldırgan İngiliz birliklerine karşı 25-26 Nisan 1915’de ölene kadar direnip savunmuştur. Çanakkale’yi düşmana mezar etmiştir. Yine Çanakkale’de Kahraman Çavuş Koca Seyit görev yaptığı Mecidiye Topçu tabyasında 276 kg’lık top mermisini top vinci düşman atışıyla isabet alıp bozulunca tek başına sırtına alıp namluya vererek düşmanın OCEAN adlı İngiliz zırhlısını Çanakkale’de denize gömmüştür. Böylesi yapılan binlerce fedakârlığın yanında bugün Türk aydını günümüzdeki hiçbir gerekçenin arkasına sığınıp bahaneler arayamaz. Türk aydını yine çok iyi bilir ki Çanakkale Savaşı’nın kaderini değiştirenlerden birisi olan Koca Seyit’e bu yararlılığı karşılığında ne mükâfat istediği sorulduğunda günlük verilen somunun ikiye çıkarılmasını istemiştir. Kahraman Türk Koca Seyit daha sonra arkadaşlarının yanında ikinci somun boğazından geçmediği için talebinden vazgeçmiştir. Koca Seyit’in bu asaleti karşısında gözü yaşla dolmayan, onun hâtırasını bugün saygıyla anmayan varsa hiç meraklanmasın “Kuvay-ı Milliye” yi de anlayamaz ve yapılanları da algılayamaz.

Dünkü “Kuvay-ı Milliye” mücadelesinin sahibi nasıl Türk milletiyse bugün milletin bağrında ve kafasında oluşan “Fikrî Kuvay-ı Milliye’nin”de tek sahibi yine Türk milletidir.

Cumhuriyet öncesi yapılan “Kuvay-ı Milliye “ silâhlı mücadeleyi gerektiriyordu, öyle de yapıldı. 1920’lerde öğretmen okulu, tıbbiye mektebi, ziraat mektebi ve hattâ lise talebeleri, vatanına göz diken saldırgan düşman zırhlılarına karşı, toplarıyla, tüfekleriyle kahpece saldırdığı her cephede onu göğüsleyerek öldüler, öldürdüler ama vatanı saldırgan düşmana çiğnetmediler. O kahramanlar bunları yaparken ellerinde yiyecekleri bir kuru somunlarıydı, zaten fazlasını da istemediler ve arkasına sığınmak istedikleri hiçbir bahane arayışları da yoktu. Kendilerini millet adına seve seve fedâ ettiler.

Bugünün her taraftan kuşatılmış ve AB adına teslim alınmak istenen Türkiyesinde düşman aynı, ama silâhları ve yöntemleri farklıdır. Dün zırhlılarıyla, toplarıyla tabyalarımızı, siperlerimizi döven, Mehmetçiğin üstüne ölüm yağdıran düşman biliniyordu, görülüyordu. Bugün ise düşman, milletimize karşı basındaki bir kısım işbirlikçileri ile ve İngiliz muhibbi olan dedelerini aratmayan günümüzdeki AB muhiplerinin (sevenleri) kalemleriyle saldırmaktadır. Söylemleri iki yüzlü ve ancak yarısı gerçek olan en sinsî yalanlarla milletin temiz düşüncelerini kirletmekteler. Son yıllarda batının Türk milletine karşı uyguladığı “önce böl, parçala sonra ye” yöntemiyle Türkiye’ye kahpece ve kalleşçe arkadan saldırmaktalar.

2003 Türkiyesinin “Kuvay-ı Milliye”cisi öncelikle eski düşmanının günümüzdeki yeni maskeli yüzünü iyi tanımalıdır. Batının yüzündeki yeni maskesi, AB’dir. Bu çok iyi anlaşılmalıdır. Dün silâhla gelip canımızı, malımızı isteyip alamadan yenilip defolup giden saldırgan batı, bugün kuzu postuna bürünüp, sesini inceltip, Brüksel’de diktirdiği Hristiyanlıktaki oniki havariyi simgeleyen yeni elbisesiyle ve de kandırmada öncelik verdiği kişilere ve kuruluşlara eteklerinden Euro lar, bol krediler saça saça gelmektedir. Gelenin esas kimliğinin kılık değiştirmiş, ağzı salyalı tilki olduğunu bilen millî aydınlar bugün meydanlarda ve salonlardadır. İşbirlikçi, dış güçler adına bu birlikten de rahatsızdır. Millî aydın ise tarihinden aldığı emirle Tek Dil, Tek Bayrak, Tek Millet, Tek Devlet temelinde birleşip milletini bilgilendirme görevinin bitmez nöbetindedir.

Dünün “Kuvay-ı Milliye” mücadelesindeki Atatürk’ün silâh arkadaşları, Çanakkale, Balkanlar, Yemen, Hicaz, Kafkaslar gibi cephelerdeki savaşlarının gazileri ve şehitlerin evlâtları, torunları, yetimleri, dullarıdır. Bugünki “Kuvay-ı Milliye” hareketinin öncüleri de aynı insanlarımızdır. Örnek mi: 6 Eylül 2003 de ”Tek Dil, Tek Bayrak,Tek Millet, Tek Devlet” Ankara Kurultayında konuşan bu hareketin önderlerinden Aydınlar Ocağı Genel Başkanı Sayın Prof. Dr. Mustafa ERKAL Kurtuluş Savaşı gazisi Yüzbaşı Zekeriya ERKAL’ın oğludur. Doğu cephesinde bacaklarından aldığı şarapnel parçaları ile yaralanmıştır. Bu parçalar vücudundan çıkarılamayarak yaralarının kızgın yağla dağlanması ile tedavi edilmeye çalışılmış ama bu da Yüzbaşı Zekeriya ERKAL‘ın genç yaşta ölümüne sebep olmuştur. Özetle Türkiye’nin bu zor günlerinde herkes kendine yakışanı yapmaktadır.

Dün YUNAN ÂMÂLİNE (EMELLERİNE) hizmet edenler nasıl olduysa bugün de millî emeller dışında yabancılara hizmet edecekler olacaktır.

Tarih tekerrür etmekte, Bozkurt Bozkurtluğunu Mankurt da Mankurtluğunu yapmaktadır. Bu milletten, daha ilerde hiç şüphesiz milyonlarca fikrî “Kuvay-ı Milliye” öncüleri çıkacak, atalarına lâyık olduklarını göstereceklerdir. Türk milletine önderlik edeceklerdir. Bu arada bir kısım kendini aydın sanan, aslında karanlık olan kafalar, nefislerine esir olanlar, Türk milletine karşı mensubiyet duygusu olmayanlar, mideleriyle dış güçlere bağımlılar ve memleket gerçeklerini anlamayıp bu hareketi engellemeye çalışan tanıdıklar da olacaktır! Görelim bakalım el mi yaman, bey mi yaman?

Sonuç olarak “KUVAY-I MİLLİYE HAREKETİ” yani “MİLLÎ KUVVETLER HAREKETİ” Türk milletinin sahibi olduğu, hiçbir kimse ve gurubun tek başına sahiplenemeyeceği kadar ulu ve kutsaldır. Geçmişinde Nene Hatunların, Yahya Çavuşların, Koca Seyitlerin, Atatürklerin ve daha nice isimsiz yüz binlerce vatan evlâdının üzerinde birleştiği ana hedef bağımsız, özgür, tekil (üniter), 5.000 yıllık büyük Türk tarihine yakışır TÜRK DEVLETİYDİ, sonunda öyle oldu, öyle de kalacaktır.

TEK DİL, TEK BAYRAK, TEK MİLLET, TEK DEVLET için bir olalım, birlik olalım. KUVAY-I MİLLİYE HAREKETİ; Yani MİLLÎ KUVVETLER HAREKETİ adı arkasında fikrî desteğimizle dimdik duralım. Çünkü millî şair Mehmet Âkif ERSOY haykırır der ki:

Tefrika (ayrılık) girmeden bir millete ona düşman giremez

Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez…

Ülkenin bu zor günlerinde işbirlikçi kendine yakışanı zaten yapıyor ve haklarını da yemeyelim ki işlerinde çok başarılılar, ama bir de henüz millî hassasiyetlerini kaybetmemiş milyonlarca kendi insanımız var. Öncelikli görev bu insanlarımızın uyandırılmasıdır. Bir de aynı doğrultuda konuşup yazdığımız meseleleri bilenler var. Sıra iş yapmaya geldiğinde hiçbir harekete geçmeyip sadece ”yerim dar oynayamam” gibi bahane üreticiliği yapıyorlar. Diğer yandaki duyarsız bir kısım ise günümüzün son moda uyuşturucusu olan “top” ve “pop” ile beynini uyuşturup olanlara gözlerini kapıyorlar. Bu gibi uyuyanlar için tek dileğim var: Sayın Mustafa YILDIRIM’ın “Ulus Dağına Düşen Ateş” romanındaki Kurtuluş Savaşı’nın gerçek kahramanlarından olan henüz yirmi yaşlarındaki Türk akıncılarının geceleri rüyalarına girip onlardan bu gaflet uykularının hesabını sormalarıdır. Kurtuluş Savaşı’nda cepheden cepheye at koşturan o akıncılar bugün yoklar, öldüler. Ya bugün onlardan geride kalan çocukları, akrabaları, memleketlileri ne oldular? Neredeler? Yoksa onlar da yaşayan ölüler mi oldular? Ya da Mankurt mu oldular? Evet, akıncılardan dileğimi tekrarlıyorum:

“Ey atını koştururken nalından ateşler, kıvılcımlar çıkaran yiğit Türk Akıncıları!

Dün atlarınızın önüne katıp sürerek Yunan’ı İzmir’de denize döküp vatanı nasıl kurtardıysanız, bugün de ülke sorunlarına karşı duyarsızlık uykusundaki bazı kafaları uyandıracak, kendilerine gelmelerini sağlayacak güç yine sizde.

Akıncıların, Yahya Çavuşların, Koca Seyitlerin aziz ruhları!

Milletimizin yeniden kurtarıcısı olmak için bugün uyuyanların rüyalarına girip atlarınızın nallarından ateşler, kıvılcımlar çıkararak dört nala öylesine koşturun ki hâlâ gaflet uykusunda olanlar sesinizden uyansınlar, kimlik bunalımında olanlar kendilerine gelsinler, hattâ kendini batılı sanmaya başlayan bazı ahmaklar rüyalarında sizlerin batının topuna karşı canınız pahasına verdiğiniz şanlı savaşı hatırlayıp kendilerine gelsinler!

Kurtuluş Savaşı’nın aziz şehitleri, dün bu millet için seve seve canınızı verdiniz, şimdi de sizleri rüyalarımıza istiyoruz.

Dün sizler Mehmet Âkif ERSOY’un “SES”ine kulak verip vatanı işgalden kurtardınız, bugün de rüyalarımızda sizin nal sesleriniz uyuyan beyinlerimizi uyandıracak, uyanan dev millet size lâyık olduğunu gösterecek, millî devletine sahip çıkacaktır.

Türk millî devletinin Kurtuluş Savaşı sonunda kurucu iradesinin ne olduğunu en yalın ifadesi ile 1 Nisan 1923 tarihli Büyük Meclis oturumunda Gazi Mustafa Kemal Paşa (Ankara) ortaya açıkça koyar: “Muhterem ve aziz arkadaşlarım, yeni Türkiye Devleti’nin varlığının ruhu millî hâkimiyettir. Milletin kayıtsız şartsız hâkimiyetidir…

Bütün cihan bilmelidir ki, artık bu devletin, bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur. Hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır, o da millî hâkimiyettir. Yalnız bir makam vardır, o da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir.”

(Kuvay-ı Milliye Ruhu-Samet AĞAOĞLU-Kaynak Yayınları, sayfa 242-243)

Samet Ağaoğlu’nun “Kuvay-ı Milliye Ruhu” kitabının son paragrafını aynen vererek yazımı noktalıyorum:

“Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi yüzyıllar sonra da görev başındadır. O Kuvay-ı Milliye ruhunun kendisidir. Kuvay-ı Milliye ruhuna muhtaç olduğumuz her zaman onu karşımızda ve başımızda göreceğiz.”

Not: Orhun Yazıtlarında “Millet” Karşılığı “Budun”, ”Halk veya toplum” karşılığında “Ulus” kullanılmıştır. (Orkun Dergisi Haziran 2003 sayı: 64 sayfa:19)
 

Orkun'dan Seçmeler