Ana Sayfa 1998-2012 60 yıl öncesinin anılması ve sonrası

60 yıl öncesinin anılması ve sonrası

“Ardından” sözcüğüyle iki şeyi anlatmak istedim: 1- Kutlamalar, nutuklar, şenlikler nerede, nasıl oldu, bir ay sonra değerlendirip anlatmak, 2- 3 Mayıs’ın amacı, ülküsü neydi, bundan sonra Türkçüler ne yapmalı?

Bir yazıya ikisini de sığdırmak “olanaksız”. Onun için kısa kısa iki konuya da değineceğim.

Birinci konu 3-4 yerle sınırlı olacak; yani yazı, bizzat bulunduklarımla ilgili. Diğerlerine de çağrıldım ama aynı anda iki yerde bulunamayacağımdan tanıklık edemeyeceğim. (Orkun Vakfındakini de başka kalemlerden okumuşunuzdur veya okursunuz.)

2 Mayıstan itibaren şu kutlamalara şahit oldum (konuşmacı da olduğum için, “katıldım” demem daha doğru)

İlki, hiç görmediğim bir şekilde şahane bir olaydı: Armatör Yaşar Beyin hayırseverliği ve Türkçülüğü ile kocaman bir gemi-tekne filân değil, kamyon nakliyatında kullanılan devâsa açık alanlı bir silep: “Yaşar Ağa.” Bursa Türk Ocağına bir günlüğüne verilmiş. Sabahtan geceyarısına kadar Gemlik’ten, Mudanya’ya kadar dolaşıldı. Türk ve Türk dünyası bayrakları, bozkurt afişleri altında bin küsur Türkçü (genci, yaşlısı, öğrencisi, profesörü, dekanı, işçisi, işadamı) ile birlikte şarkılar söylendi, danslar yapıldı; Azerî oyunlarını saatlerce oynayan gençlerle coştuk. 3 Mayıs olaylarını bana anlattırdılar, Yavuz Bülent Bâkiler Türkçü şiirlerini okudu, havai fişekler atıldı. Gördüğüm sevginin, ilginin “inanılmaz” derecesi gözlerimi yaşarttı.

Bu çaptaki bir olayı bir avuç idealist olduğu kadar da girişimci-yani becerikli Türkçü, el ele vererek başardılar. Orkun okuyucularının iyi tanıdıkları Turgay Tüfekçioğlu, işadamı Zeki Saral ve adaşı Bursa Türk Ocakları Başkanı Prof. Dr. Zeki Palalı, büyük destekçilerden Mete Tetik Beyle avukat Süleyman Erbaşı ve daha niceleri…

Eğlencelerle dolu, dopdolu bir gün. Birkaç dakikada, günün anlamını belirten bir konuşma. İnsanın aklına ister istemez şu takılıyor: 3 Mayıs neşeli bir gün müydü? Yoksa hapishane ve işkence günlerinin başladığı gün müydü? O haince davranışın sorumlularını lânetle anma günü yapılsa daha uygun olmaz mıydı? Kırımlı mücahit ve Ruslarca hapis görmüş Cemiloğlu’na bir gün “Sizi Ruslar Türkçüsünüz diye hapsetti”, bizi ise Türk hükûmeti Türkçü olduğumuz için zindanlara attı ve işkencelere uğrattı” dediğimde “evet, sizin kahrınız daha büyük olmuş” demişti.

İkinci Olay Samsun’da

3 Mayıs günü Samsun Türk Ocaklarının davetlisi olarak küçücük bir uçakla, sıkışık bir saat küsur yolculuktan sonra oraya vardık (dönüş uçağımız, ötekiyle zıtlaşır gibi kocamandı ve çok rahattı). Karşılaşayanlar arasında MHP ve Ülkü Ocaklı gençler de vardı ve iki ocak arasında (Türklük icabı) bir mesafe sezer gibi oldum. İnşallah yanılmışımdır.

O yemyeşil Samsun’da iki küsur gün geçirdik (eşimle). Bursalıların o muhteşem günlerinden sonra başkaları sönük kalacak zannediyordum ama öyle olmadı. Özellikle sevgi seli bakımından Bursa’yı aratmadı. Bu ilgi ve sevgi hiç şüphesiz benim şahsımda, bugün Allah’ın rahmetine kavuşmuş Türkeş’e, Atsız’a, Zeki Velidî hocamıza ve diğer yirmi mücadele arkadaşımıza aitti.

Türk Ocağı toplantı salonu tıka basa doluydu. 3 Mayıs 1944 olaylarını, Türkçülüğün tarihini ve bugünkü bunalımı yorumladım. 9’lar Enstitüsünü ve hazırladığım “Türklerin Ortak Hareketi İçin 9 Dev Adım” kitabımın yayınlanmasındaki zorlukları anlattım. Ardı arkası kesilmeyen soruları cevaplandırmaya çalıştım. (Gecenin ileri saatlerinde tansiyonum yükseldi, çok zorlandım). Hele genç kaymakamın ve eşim gibi, Yörük kökeli Vali Mustafa Demir’in sonuna kadar toplantıdan ayrılmayışı ve kucaklaşmamızdaki samimiyet beni duygulandırdı.

Ertesi gün 19 Mayıs Üniversitesi’nde toplantı oldu. Üniversite deyip geçmeyin: Kampüsüyle, fakültelerinin eksiksizliğiyle Amerika’dakilerle yarışabilir! Salon çok büyüktü ve katılım da müthişti. Açılışı, daha önceden buluştuğumuz Rektör Prof. Dr. Ferit Bernay yaptı. Sosyal demokratmış, aynı zamanda milliyetçi bir zat.

Bu seferki konuşmamı, 3 Mayıs 1944’ü özetle verip, daha çok bugüne ve Kıbrıs sorununa yoğunlaştırdım (zaten konu “KKTC” olarak ilân edilmiş) Kıbrıs’ta Türkiye hükûmetinin tavrını ve başarısızlığını, Türk dünyasına karşı bizi küçük ve güçsüz düşüreceği yolundaki kaygılarımı, kardeş cumhuriyetlerle ortak hareket konusundaki geç kalışı ve çözümü (şu “9”lu projemizi) anlattım.

Gençlerin soruları yağmur gbi yağıyordu (konuşma bittikten sonra da bırakmadılar ve sormaya devam ettiler). Soru sormak ilginin en esas işareti olduğu için usanmadan cevaplandırdım. Ne yazık ki, getirdiğim kitaplar bir gün önceki Türk Ocağı toplantısında kapışılmış, bu gençlere verilecek bir şey kalmamıştı. Yollayacağımı vadettim. Onlar da bana, kitaplıklarındaki “Biz Kimiz” kitabını imzalattılar. Benim kitabım ama, korsan yayını.*

•••

Bu seferki gelişimde Samsun’da tanıştığım gençlerin ve pek çok profesörün yakınlığına ne kadar teşekkür etsem azdır; fakat Türk Ocağının Başkanı Prof. Dr. Nazmi Polat ile bir önceki Başkanı Prof. Dr. Kenan Erzurumlu’nun dostlukları “dostlar başına”!

Sohbetleri, derin inançları, fedakârlıkları -ve hepsinden önemlisi, Türklük davâsını başarıyla sürdürüşleri herkese örnek olmalı.

Ve Konya’daki…

5 Mayıs’ta İstanbul’a döndük ve ertesi gece Konya’ya uçtuk. Geceyarısını epey geçe oraya vardığımızda havaalanında Aydınlar Ocağı Başkanı Dr (nedense Türkçü ocak ve derneklerin her yerde ve hemen hepsi tıp doktoru!) evet, Dr. Mustafa Güçlü ve eşi karşıladılar ve birlere kadar sohbet ettik.

Ertesi gün Türk Ocağı Başkanı (tabiî Dr.) Vedat Erdem bize katıldı ve onların da bir konuşma beklediklerini öğrendim. Bu kadarla bitmedi tabiî: Selçuk Üniversitesi’nin televizyonlarında da 1,5 saatlik bir röportaja davetliymişim! Buna da “peki, evet” dedim ama, içimden, “artık ‘hayır’ demesini öğrenmeliyim!” diye söylendim. (84 yaşımda ve inip çıkan tansiyonumla bir an geliyor zorlanıyorum doğrusu).

Üniversite televizyonu, Konya’nın 3 büyük TVsi arasında, 100 km’lik bir alana yayın yapıyor, dinleyicisi ise 250.000 ile 300.000 arasında takdim ediliyor. Sorular akıllıcaydı ve tabutluktaki işkence ampullerini uzaktan hatırlatan 6-7 tane lâmbaların altında ter dökerek cevap vermeye çalıştım.

•••

Konya’da geçen bu 3 faaliyet, el öpmeler (ne kadar elimi geri çekmek istesem öyle sıkı tutuyorlardı ki başaramıyordum), çekilen yüzlerce fotoğraf, kapışılan kitaplar ve aklıbaşında sualler ölçü alınırsa çok başarılıydı. Gazetelerde -Samsun’da da olduğu gibi- 3 Mayısı koca sahifelerle ve resimlerle andılar.

Aydınlar Ocağı’nın başkanı Dr. Mustafa Güçlü öylesine konuksever ki, bu yorulmak bilmez, usanmaz gayreti beni âdeta korkuttu: Hep böyle yapıyorsa kaygıyla şu Amerikan deyişi hep aklıma geldi: “Doktor, önce kendine doktorluk et”. Konferans ve röportaj saatleri dışında gece yarılarına kadar beni ve eşimi (çok kere eşiyle birlikte) Konya’nın her tarafını gezdirdi ve bir turist rehberinin yapamayacağı kadar derin bilgili izahlarla sevindirdi. Etrafındakilerin çoğu gibi o da Yörük kökenli, eşim Ece de. Alaşehirli olan Ece Konya’yı güya iyi biliyordu (üç kardeşi Konya’da yaşıyor.) Ben de kaç defa gelmiştim. Mevlânâ ve Karatay türbesinden başka, bu şehirde hazineler olduğunu bu sefer, 3 Mayıs vesilesiyle öğrenmiş oldum.

•••

Bursa/Gemlik, Samsun ve Konya 3 Mayıs “Türkçülük Bayramları”, benim gördüklerim ve katıldıklarım. Adana’dan, İzmir’den, Antalya’dan, İstanbul’dan gelen davet telefonları ve arkadaşlarımızdan duyduklarım gösteriyor ki bu 60. yıl kutlamaları gitgide daha büyüyor ve yaygınlaşıyor. Tam da davâmız unutuluyor, herkes kendi derdine düşüyor diye hayıflandığım bir sırada!

Bundan sonra?

Selçuk Üniversitesi televizyon program yapımcısı Ali Rıza Beyin sorduğu gibi, “Kutlamalar bir hafta sürdükten sonra Türkçülük davâsı gelecek seneye kadar unutulacak mı?”

“Hayır” dedim, biraz şiddetle.

“Ben bu yaşta bile ülkünün peşini bırakmadığıma ve uğraşmaya devam ettiğime göre, 3 Mayıs anmalarında rastladığım her yaşta ve özellikle gençlerde öyle bir aşk gördüm ki, Türkçülüğün sönmeyeceğine bir kere daha inandım” dedim.

“Türklerin Ortak Hareketi İçin

“9 Dev Adım” adlı yeni kitabıma yakında bir yayıncı bulabilirsem ve okuyucularım Orkun dergisinin Ocak 2004 tarihli 71. sayısında bu konuda yazdığım 9 projeyi hatırlarlarsa, içlerinden akıllı birileri muhakkak çıkar ve bu projelerin birini veya hepsini uygulamaya başlar. O zaman Türk dünyası ortak hareket etmeye yanaşır, ve böyle yaptıkça büyük Türk gücü ve refahı gerçek olur.

3 Mayısların ötesinde de bunu düşünelim.

* Bildiğimiz korsan yayınlarından değil. Forması bile değiştirilerek 2002 yılında basılmış! “Türkçülüğe Giriş” kitabımı da öyle yapmışlar!
 

Orkun'dan Seçmeler