İçinde birçok unsurların bulunduğu Osmanlı-Türk İmparatorluğunda, ana unsur olan Türk milleti, tarihi boyunca ihanetlere uğramış, bu yüzden çok acılar çekmiştir.
İslâm adına Arap kültürünün şırınga edilmeye çalışılması, Türk milletinin uyanmasını sağlamış, pek çok değerli Türk düşünür, Türkçü fikirler etrafında kenetlenmişlerdi. Her ne kadar Süleyman Paşalar, Mehmet Emin’ler, Ziya Gökalp’lar, Vanî Mehmet Efendiler, Rıza Nur’lar, Ali Suavîler gibi, ismini sayamadığımız daha nice isimsiz Türkçülerin, Türkçülük fikrinin yayılmasında büyük hizmetleri olmuşsa da, Türkçülük fikrini harekete dönüştürememişlerdi.
Türkçülük tarihinde ilk hareket 3 Mayıs 1944’te, iki üç bin Türk genci tarafından Ankara’da yapılmış, Türkçülük ateşinin ışıkları o tarihten itibaren, ufkumuzu aydınlatmaya başlamıştır. Bu bakımdan, bu üç bin Türk gencinin, Türkçülük tarihinde özel bir yeri vardır.
3 Mayıs 1944 Çarşamba günü, bu üç bin genç niçin Ankara’da bir yürek, bir yumruk olarak harekete geçmişti? Şimdi onu kısaca gözden geçirelim. 5 Ağustos 1942 günü, zamanın Başbakanı rahmetli Şükrü Saraçoğlu, Millî Eğitim Bakanlığı’nın Türklük aleyhindeki sinsî hareketini, kaşarlanmış komünistlerin devlet kademelerinde yuvalanmaya çalışmalarını bildiği için, bütün bakanları ve Türk milletini uyarıcı bir demeç vermişti. Başbakan TBMM’sinde yaptığı konuşmasında şöyle diyordu. “Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lâakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir.”
Bu konuşmasında kendisini Türkçü Başbakan olarak tanıtmış olan Şükrü Saraçoğlu’na, rahmetli Hüseyin Nihâl Atsız, 1944 Şubat ayı içinde iki a çık mektup yayınlayarak, Türkçülük ve Türkiye aleyhindeki tehlikelere dikkatini çekmek istemişti. Ne olduysa bundan sonra oldu. O günün solcu Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ve her günün adamı gazeteci Falih Rıfkı Atay’ın kışkırttıkları meşhur komünist Sabahattin Ali, Atsız aleyhinde, kendisine hakaret ettiği iddiası ile dâva açmıştı.
Şu hususu asla unutmamak lâzımdır. Aslında bu dâva Türkçülerle komünistlerin, Türkiye’yi Moskova’nın bir mahallesi yapmak isteyenlerle, vatana ve Türklüğe sahip çıkanların dâvası idi. İşte Ankara’da bu dâvanın görüldüğü gün, Türkiye için, Türklük için hayatını ortaya koyan üç bin genç, vatanın sahipsiz olmadığını gösterip fikirdeki Türkçülüğü harekete dönüştürerek, adliye binası önünde varlıklarını hissettirmişlerdi. Bunun için onlar Türkçülük tarihindeki şerefli yerlerini çoktan almışlardır.
O günlerde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü radyoda yaptığı bir konuşmasında, Türk milliyetçilerine “Irkçılar, Turancılar” diye hücum ederken, Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel de, İstanbul ve Ankara’da yayınlanan sözüm ona yazar, çizer takımının Türkçülük aleyhindeki kin, kan kusan fıkra ve makalelerini bir kitap hâlinde yayınlıyordu.
Türk devletinin parası ile bastırılan bu kitabın adı Irkçılık-Turancılık’tı. Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsünün 4 sayılı eseri olan bu kitaptaki yazar isimleri ile fıkra ve makale sayılarına birlikte göz atalım…
Yazarın Adı Makale sayısı
Falih Rıfkı Atay 11
Hüseyin Cahit Yalçın 8
Asım Us 5
Necmeddin Sadak 5
Zekeriya Sertel 4
Ahmet Emin Yalmam 3
Hakkı Nezih Beller 3
Nadir Nadi 3
Ethem İzzet Benice 3
Tahsin Banguoğlu 2
Yavuz Abadan 1
Refik Halit Karay 1
Selahattin Batu 1
Bedrettin Tuncel 1
Burhan Belge 1
Bugün de Türk milliyetçiliği aleyhinde kendilerini kilitlemiş olan sol zihniyet, Millî Eğitim ve Kültür Bakanlıklarının başında çöreklenmişlerdir. Bu, Türkiye ve Türk dünyası için büyük bir talihsizliktir. Millî Eğitim Bakanlığı sol kadrolaşmaya devam ederken, Kültür Bakanlığı da Devletimizin kültür hizmetlerine tahsis ettiği bütçe imkânlarını kendi çizgisinde olan fikirdaşlarına sözde hizmet karşılığı sebil etmektedir. Son üç yıllık Kültür Bakanlığı’nın ödemelerine göz atar, incelerseniz, hangi isim ve adreslere nelerin ödendiğini görürsünüz.
Kültür Bakanı İstemihan Talay’ın, tutku hâlinde bağlandığı, vatan haini, komünist Nâzım Hikmet’e dair belgelere dayanarak, Orkun’un Mart 2000 sayısında açıkladığım gerçeklere rağmen dur diyen çıkmadığı için, malûm yoluna devam etmekte, arkası kesilmeyen başka densizliklere tevessül etmektedir. İki misâlle yetineceğim.
Kültür Bakanlığı Güngör Varınlıoğlu’nun dilimize çevirdiği “Ahlâk Celladı” adlı bir şiir kitabını satın aldı. Bu kitap erkek erkeğe cinsel ilişkinin zevkini anlatmaktaydı. Devletin temeli adalet, milletin temeli ise ahlâktır. Bu kitap, milletimizin ahlâk temeline konmuş bir dinamittir.
Bu kitabın vicdanlarda açtığı yara devam ederken, bir başka kitap daha alındığı ortaya çıkmıştır. Kemal Yalçın’ın “Emanet Çeyiz” isimli bu kitabı da Türk devleti ve milletinin, Ermenilere ve Rumlara soykırım uyguladığını yazıyor. Üstüne üstlük de, bu ihanet kitabı sendika üyelerine, ilkokul öğretmenlerine tavsiye ediliyor.
Bu kitap 1998 yılında Kültür Bakanlığı roman barış ödülü ile, Abdi İpekçi dostluk ve barış ödülüne lâyık görülmüş!.. Şu ihanet kitabındaki referans isimlere bir bakınız. Türklerin soykırım uyguladığını kitap hâlinde neşrederek, Ermeni ve Rumları intikama yönlendireceksin, bunun adını da barış ve dostluk sloganı ile örtmeye çalışacaksın “merd-i kıpti secaat arzederken sırkatini söylermiş” derler, çok doğru.
Kaldı ki, Abdi İpekçi sağ olsaydı, Türkiye’nin ve Türklerin soykırımla suçlanmasına asla razı olmazdı. Hele böyle saçma bir kitaba kendi adının ödül olarak sunulmasına karşı, kimbilir hangi ağır kelimelerle tepki göstererek kınardı. Çünkü bilirdi ki, Türkler soykırımcı olsalardı, Avrupa’nın imha etmek istediği Yahudileri Osmanlı ülkesinde iskân etmezdi. Ve bilirdi ki, Yahudiler hiçbir zaman Kanunî Sultan Süleyman’ın kurtarıcılığını inkâr etmemişlerdir, etmeyeceklerdir de.
2001 yılı 3 Mayıs’ı yaklaşırken nice densizliklere şahit olmaktayız. Bunun için 3 Mayıs 1944’ün içinde bulunduğu şartları, kahramanlarını, onlara reva görülen işkenceleri daima hatırlayarak bu günler ile kıyaslama yapmalıyız.
O günden bugüne kadar geçen, her 3 mayıslarda kendi kendimize hesap veriyor muyuz? Aldığımız mesafe nedir? Türk’e ve Türkçülüğe karşı devam eden ihanetlerin 2001 yılında da devam ettiğini gördüğümüz hâlde, milliyetçiyim diyenlerin mücadelesine şahit olabiliyor muyuz? Bunun için 3 mayıslar sadece kutlanması gereken sıradan bir gün değil, her milliyetçinin kendi kendine hesap vermesi gereken bir gündür.
Bunun için büyük Türkçü ATSIZ’ın, şu sözleri rehberimiz olmalıdır; “Türkçülük yükselmek için değil, yükseltmek içindir.”
Ne Mutlu Türk’üm Diyene.