EĞİTİM, bir milletin bütün unsurlarının, toplum hayatında lâyık oldukları yerleri almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmelerini, kişiliklerini geliştirmelerini sağlama amaçlı çalışmalar bütünüdür. Diğer bir deyişle, kişinin yeteneklerini hem kendi ihtiyaçlarına, hem de milletin amaçlarına göre yönlendiren öğrenme işidir. Bu nedenle, eğitimden elde edilmek istenen temel faydanın milletin, ahengini bozmadan ve sürekli ilerleme düşüncesinden bir an olsun vazgeçmeden hayatını devam ettirecek, tarih sahnesinde varlığını daim kılacak gücü yakalayabilmesi olduğunu ifade edebiliriz.
Her ülkenin yapısının birbirinden farklı olmasının yanı sıra, eğitimin toplum için vazgeçilmez bir ihtiyaç durumunda bulunması, bu hizmetin millîlik vasfını taşımasını zorunlu kılar. Bu sebeple, millî eğitim dendiğinde anlaşılması gereken, Türkiye’yi en ileriye ve hep ileriye taşıyacak bir anlayışa sahip, millî hassasiyet ve ülküleri ön plâna alan, bütünüyle Türk gibi yaşamayı öğrencilerin beyinlerine nakşeden bir sistem olmalıdır.
Eğitim, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de, ele alınması gereken birinci konu hâlindedir. Bilmeyiz ki, gelişmiş ülkelerle aramızdaki farkı, millî karakterimizi kaybetmeden kapamanın, eğitim yapımızı güçlendirmekten ve en verimli şekilde işler hâle getirmekten başka yolu yoktur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim ile ilgili devlet politikası, 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” ile resmiyet kazanmıştır. Bu kanun sayesinde ülkemizdeki her türlü okul, hiçbir istisna gözetilmeden, Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır. Böylece devlet, eğitim işlerinin tek sorumlusu olarak, bu alandaki dağınıklığa son vermiştir. Millî devlet ilkesine bağlı bir şekilde, bütünüyle ülke ihtiyaçlarını ön plâna alan ve bu anlayışa uygun olarak yapılan plânlamanın ürünü olan bu eğitim sistemi sayesinde Türkiye, her alanda çok büyük ilerlemeler kaydetmiştir. Ancak, Atatürk döneminden sonra birçok defa şekil değişikliğine uğrayan eğitim politikamız, bir türlü bahsi geçen örnek dönemi yakalayamamıştır. Çünkü, Atatürk döneminin ardından yaşanan millî zihniyet kaybı, millî birlik ve dayanışma kavramlarının zayıflamasına sebebiyet vererek Türkiye’nin gelişme hızını kesmekle birlikte, yönünü de saptırmıştır. Cumhuriyet tarihimizdeki on beş yıllık bu millî devrin ardından Türklük bilincinde yaşanmaya başlayan erozyon, eğitimimizin her aşamasında, yabancı programların Türk öğrencilerine, hiçbir uyarlamaya tabi tutulmadan, hem de birçok yerde doğrudan yabancı dille verilmesi aşamasına gelinmesinin dahi önünü açmıştır. Bu yüzden bulunduğumuz noktanın, “millî” devlet yapısı içerisinde yer alması gereken “millî” eğitim anlayışı ile izah edilme imkânı yoktur.
Bir devletin milletlerarası alanda sözünün dinlenir olması için, iktisadî ve askerî güç ile beraber, “bilgi” silâhına da sahip bulunması lâzım gelir. Güçlü, lider ülke olma hedefinin gerçekleştirilmesinin ilk şartı, doğru bir eğitim politikasının saptanması ve uygulanmasıdır. Türkiye’yi en ileriye taşıyacak eğitim sisteminde öncelikle, ihtiyaç plânmasının yapılması zorunludur. Ülkemizde gelecek yıllarda, her iş alanı için, devlet kadrolarında ve özel sektörde, hangi niteliklere sahip ne kadar çalışan istihdam edileceği tespit edilmeden okulların açılması, hem kaynak israfına neden olmakta, hem de buralarda tahsil gören gençlere iş bulma konusunda zorluklar yaşatmaktadır.
İhtiyaç plânlamasının yapılmasıyla birlikte, ilköğretimin ilk beş yılının ardından başlayan ve lise derecesinde nihaî şeklini alan bir branşlaşmaya gidilmelidir. Gidecekleri okullarda öğrencilere, konularıyla ilgili teorik bilgilerin yanı sıra, sürekli olarak iş başı uygulamaları içeren bir meslekî eğitim verilmelidir. Böylece, eğitim devresi içinde gençlerin aldıkları bilgilerin pekişmesi sağlanmakla birlikte, mezun olmadan dahi belli bir tecrübe düzeyine ulaşmaları desteklenmiş olur. Bununla birlikte, sanayide ara eleman ihtiyacını karşılayan meslek okullarının, gençler için cazip hâle getirilmesi gerekir.
Eğitim yatırımlarının hem yüksek maliyeti olması, hem de dönüşünün uzun vadede gerçekleşmesi, bu alanda seçici olmayı zorunlu kılmaktadır. Bu sebeple, eğitimin her kademesinde, çok dikkatlice tespit edilecek dar bir kesim için, çağdaş dünyanın en ileri sisteminin uygulanacağı yeni okulların açılmasına ihtiyaç vardır. Böylece buralardan, ulaşmayı hedeflediğimiz bilgi toplumunun idarî ve teknik kadrolarını yetiştirme imkânımız doğar.
Ancak bilmeliyiz ki, yukarıda saydığımız bütün tedbirler dahi geleceğin lider Türkiyesinin inşası için yeterli değildir. Yüce Atatürk’ün ifade ettiği gibi: “Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz tahsilin hududu ne olursa olsun, onlara esaslı olarak şunları öğreteceğiz: 1) Milliyetine, 2) Türkiye Devletine, 3) Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne düşman olanlarla mücadele lüzumu. Fertleri bu mücadele sebepleri ve araçlarıyla mücehhez olmayan milletler için yaşama hakkı yoktur”. Öyleyse, gençlere verilecek eğitim, seviyesi ve içeriği ne olursa olsun, mutlak surette millî kültür ve ülküyü ayrıntısıyla işleyecek, öğrencilere özümsetecek ve millî bilinci beyinlere en doğru, en güzel şekilde yerleştirecek bir yapıya sahip kılınmalıdır. Bu amaçla, gayri millî unsurlar yarının büyük Türkiyesini vücuda getirecek nesilleri yetiştirmekle görevli okullardan uzak tutulmalıdır. Anaokullarına kadar inen yabancı dille eğitim sevdasından da vazgeçilmelidir. insanlarımızın yabancı dil öğrenmesi, elbette teşvik edilmelidir. Ancak, sınırlarımız içerisinde her türlü eğitimi Türkçe yapmamızın da, bağımsız devlet olmanın gereği olduğu unutulmamalıdır. Atılması gereken bir diğer adım ise, üniversitelerde öğretim ve araştırma kadrolarını ayırarak, kabiliyetli insanlarımızın mesailerinin tamamını Türkiye’nin bilim alanında ileri gitmesi için harcamalarının sağlanmasıdır. Eğitimde nihaî amaç milletiyle özdeşleşmiş, devletine bağlı, aynı zamanda bilgi ve teknoloji üretebilen nesillerin yetiştirilmesi olmalıdır.
Sonuç itibarıyla “millî eğitim”, yarınların tek hâkimi olacak büyük Türkiye’nin bütün sektörlerinin uzman ihtiyacını karşılamakla birlikte, ülkemizi bu noktalara taşımak için bağımsızlığımızı koruyacak ve millî gücümüzü pekiştirecek kültür birikimine ve bilince sahip insanları da yetiştirecek şekilde plânlaması gereken bir sistemdir.
Büyük ülküsünün meşalesini aklında ve gönlünde taşıyan yüce Türk milletinin mensupları olarak bilelim ve hissedelim ki, her zaman ve her yerde, her düşünce ve hareketimizde Tanrı bizimledir.
Yarışma 2.si ALPER GÜN
Düzenlemiş olduğunuz “Millî Eğitim” konulu yazı yarışmasına “ALTAY” kod adıyla katılıyorum. Ben, 01.05.1980 tarihinde İstanbul Bakırköy’de doğdum. 1991 yılında Avcılar İlkokulu’ndan, 1999 yılında ise Galatasaray Lisesi’nden mezun oldum. Halen Galatasaray Üniversitesi İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi İşletme bölümünde 3. sınıfa devam etmekteyim.